• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
TIKLAYINIZ
Eğitim Eviniz


Başarı Fıkraları ve Şakaları

 NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Sayfa 1 / 27
NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ?
Edison'un, üzerinde çalıştığı elektrik ampulün içine koyacağı tel için 200'den fazla maddeyi denediği söylenir.  
Bir gün kendisine:  
- Bugüne kadar 200'den maddeyi denedin, yine de başaramadın. Neden bu işten vazgeçmiyorsun? denilmişti.  
Edison'un cevabı düşündürücüydü:  
- Hiç de değil!  Ben 200 maddenin ampul teli olarak kullanılamayacağını keşfettim. Yakında, ampulü ışıklandıracak teli de bulacağım.
Başarının önündeki en büyük engel, yılgınlık ve kararsızlıktır. Azimli ve kararlı olmak, başarının temel şartıdır.


İNSAN SÜNGER GİBİ OLMALI!
Bir toplantıda Edison'a, büyük bir mucit olduğu için, iltifatlar ediliyordu. Edison, kendisine iltifatlar yağdıran kimselere şu açıklamayı yaptı: - Beyler, ben iyi bir süngerim. Çevremdeki fikirleri emer ve kullanırım. Fikirlerimin büyük bir kısmı, onları kullanmasını bilmeyen başkalarınındır.
İnsan, sünger'in suya aç olması gibi, bilgiye ve fikre aç olmalıdır. Duyduğu ve öğrendiği faydalı bilgileri hayata geçirmelidir.


HÜNER, YOLU OLMAYAN YERE, YOL BULMAKTIR 

Afrika kâşiflerinden gezgin David Livingstone'a Güney Afrika'daki bir dernek şu mektubu göndermişti:
- Bulunduğunuz yere ulaştıracak iyi bir yol buldunuz mu? Eğer buldunuzsa, bize bildirin de size katılmak isteyenleri yanınıza gönderelim. 
Livingstone'un bu isteğe cevabı şu oldu: 
- Eğer buraya iyi yol varsa gelmek isteyenleri ben istemiyorum. Benim, yol olmadığı halde buraya gelmek isteyenlere ihtiyacım var.  
Yolu olan yere herkes gider.  
Hüner, yolu olmayan yere varmayı başarmaktır.  
Tüm keşifler, bu gibi azimli insanların eseridir.

TATİL YERİ 
Bir yaz gecesi, Edison laboratuardan evine döndüğü zaman, karısı ona şu teklifi yapmıştı:
- Uzun zamandır hiç istirahat etmeden çalışıyorsun. Tatile çıksan iyi olur.
Edison, karısına:
-Ama nereye gideceğim? diye sordu.  
Kadın:
- Dünyada en çok gitmek, görmek istediğin yer neresi ise, oraya git! dedi.
-Pekâla, dedi Edison. Yarın o yere gideceğim. Ve ertesi sabah, yine laboratuarına gitti.
Bir araştırma ve ilim adamının tatili de, istirahatı da çalışmasının içindedir, ilmî keşif ve başarılar kadar, hiçbir şey onu dinlendiremez.


İYİ OLMANIN FORMÜLÜ
Nobel Edebiyat ödülü sahibi Amerikalı romancı William Paulkner,  
"iyi bir romancı olmak için nasıl bir formül tavsiye edersiniz?"
sorusuna şu cevabı vermişti:
- Yapabileceğinin en iyisini yapmak, yeterli sayılmaz.  
Yapabileceğini bildiğinden de yükseğinin rüyasını gör ve her zaman o hedefe ulaşmaya çalış.
Çağdaşlarından veya senden öncekilerden daha iyi olmaya gayret et. Kendini aşmaya bak.

YENİLGİYİ KABUL ETMEMEK  
9 Aralık 1914 gecesi, Edison'un fabrikası bir yangında enkaz haline gelmiş;  
bir hayat boyu süren emek ve gayretlerinin neticesi âdeta birkaç saat içinde kül olmuştu.

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
O soğuk kış gecesi, yangını kontrol altına almaya çalışan itfaiyecileri seyreden Edison, büyük bir şaşkınlık içindeydi.
Ertesi sabah, fabrika enkazını gezen Edison bu büyük felâketi şu sözlerle değerlendirdiği görüldü:
- Bir felâketin de büyük bir değeri vardır. Bütün hatâlarımız yandı, gitti. Allah'a şükürler olsun, şimdi yeniden başlayabiliriz."
Yangından 3 hafta sonra, Edison, ilk gramofonu piyasaya sürdü. Bu başarıda inanç ve şevkini, büyük bir felâket karşısında bile kaybetmeyip sürdürmesinin payı çok yüksekti.
Başarı için, inanç ve şevki kaybetmemek gerekir.
 
BAŞARISIZLIKLAR, BAŞARIYA GİDEN ADIMLARDIR

Charles F. Kettering, başarısızlıktan dolayı yılgınlığa düşmemeyi tavsiye eder ve şöyle derdi:
- Başarısızlıkla karşılaştığınız zaman, neden başarılı olamadığınızı düşünün.
Çünkü her başarısızlık, başarının zirvesine götüren yolda, size yeni bir adımdır.
Edison öldüğünde, geride, yapmak istedikleri, düşündükleri, tecrübeleri ile doldurulmuş 2900 adet defter bırakmıştı.  Başarısızlıklarından ders almayı bilenler, başarıya, her başarısızlıkta biraz daha yaklaşmış olurlar.  
 
KENDİNİ GELİŞTİRMEK

Küçük bir kasabanın ana caddesinde 2 tatlıcı vardı.
Bir gün onlardan bir tanesi, kasabanın yaşlı gün görmüş adamını ziyaret ederek tatlı dükkanını kapayıp başka bir kasabaya taşınacağını söyledi.
- Dükkanını niye kapatıyorsun? dedi güngörmüş adam.
-  Benim rakibim çok iş yapıyor, dedi bezgin tatlıcı. Kasabadaki  müşterilerin  çoğu,  onun dükkanından alış veriş yapıyorlar.
-  Kasabada insanların hep onun dükkanına gittiklerini nereden biliyorsun?
- Gayet kolay. Dükkanımın kapısından baktığımda, onun dükkanına giren ve elleri dolu olarak çıkan herkesi görüyorum.
-  Senin bütün sıkıntın da işte bu, cevabını verdi güngörmüş adam ve sözlerine şu uyarıyı ekledi:
- Eğer onun dükkanını gözetlemek için harcadığın zamanı, kendi işyerini geliştirmek için kullansaydın, sen de başarılı olurdun...
Başkalarının yaptıklarını önemseyenler, başarısızlığa mahkumdurlar.  


YAŞLILIK, İNSANIN ŞEVK VE GAYRETİNİ ÖLDÜRMEMELİ

Ünlü bir aktör olan Bert Lahr, sinemada zor bir rolü oynamak istemişti. Film yönetmenleri:
- Ama Bert, saçların beyazlaştı, yaşlandın artık, dediler. O rolün genç işi olduğunu hissettirmek istediler.
Bert Lahr, onlara şu düşündürücü cevabı verdi:
- Damın karla örtülü olması, evin içinde ateş bulunmadığı manasına gelmez.
Bu sözüyle o, yaşlanmasına rağmen, bir genç kadar şevk ve gayret sahibi, enerji dolu olduğunu ifade etmek istiyordu.
Sadece gençler hayallerini gerçekleştirmek için çaba harcarlar. Hayallerini gerçekleştirmek için çaba göstermeyen kişiler yaşlanmışlardır.  
 
HAYAT SİZE MUTLULUK VE BAŞARI SUNMAZ

Hayatta başarılı olmuş yaşlı bir adama, bazı gençler: - Hayatın bize en üst dereceden mutluluk ve başarıyı sağlaması için ne yapmalıyız? diye sormuşlardı. Ondan şu cevabı aldılar: — Sizin bu sorunuz, bana bir tek ineği olan köylüyü hatırlattı. Bir gün, o köylüyle adamın biri sordu: 
"ineğin ne kadar süt veriyor?" 
Köylü şu cevabı verdi: "İneğim hiç süt vermez. Sütü ondan sizin almanız gerekir." Gençler! Mutluluk ve başarıyı, hayat size vermez. Gayret ve çabanızla o mutluluk ve başarıyı, sizin almanız gerekir.


BAŞARININ FORMÜLÜ

Einstein'den bir gün, hayatta başarılı olmayı, matematiksel bir ifade ile anlatmasını istediler. Bu büyük fizik bilgini cevaben dedi ki: - Eğer ( a ) hayatta başarılı j olmayı gösterirse, formül şöyledir: a = x + y + z Bu formülde ( x ) çalışmayı, ( y ) de dinlenmeyi gösterir. - Peki ( z ) neyi gösterir, diye sordular. Einstein cevap verdi: - ( z ) de, çenenizi tutmayı...


NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Gün içinde yaptığımız konuşmaları bir düşünelim, lüzum konuşmalar, işler için harcadığımız zamanı bir şeyler öğrenmek için harcarsak neler başarabiliriz?  

BAŞLADIĞIN İŞİ BİTİR
Hırslı bir genç, otomobil kralı Henry Ford'a sordu: - Hayatımın başarılı geçmesi için, ne yapmalıyım? Ford'un cevabı basitti: - Başladığın bir işi bitir.
Başlayıp, bitirmediğimiz işlerin bir listesini yapalım mı?

BAŞARININ SIRRI
Ünlü keman sanatçısı Nicolo Paganini, başarısının sırrını soranlara şu cevabı verirdi: - Çalışmak, - Yalnızlık, -Dua...
İnsanların genelinin ihmal ettiği başarı prensibi: DUA Çoğu kimse çalışarak başarıya ulaşacağına inanır. Başarı Allah (c.c.)  gayret gösteren kullarına bir ihsanıdır.

BAŞARISIZLIĞIN FORMÜLÜ
Ünlü bir yazar, şerefine verilen bir ziyafette, şu konuşmayı yapmıştı: - Sizi başarıya götürecek formülü veremem. Ama, başarısızlığın formülünü verebilirim: "Herkesi memnun etmeye çalışmak" Anlaşılan o ki, başarılı olmak, mutlaka birilerini rahatsız edecektir. Herkesi memnun edeyim diyen, başarısızlığa mahkûmdur.

RAKİBİN TEKMESİ, BAŞARIYA HIZ KATAR 
American NBC şirketini kuran David Sarnoff, iş hayatındaki rekabetin gelişmeye olumlu katkılarını şu sözlere ifade etmektedir: - Gelişme yolundaki uzun mesafeli bir harekette arkadan vurulan bir tekme, sizi dostça bir el sıkıştan daha ileri götürür.
İçinde bulunduğumuz olumsuz şartları arkadan vurulan bir tekme olarak değerlendirmek daha uygun olmaz mı?
 
BAZI BAŞARILAR BİLGİYE DEĞİL, KABİLİYETE BAĞLI
Genç bir müzisyen, Mozart'a: "Senfoni nasıl yazılır?" diye sormuştu. Mozart: - Niye önce basit şarkılarla başlamıyorsun? dedi. Genç: - Ama siz 10 yaşında iken senfoniler yazdınız, deyince Mozart şu cevabı verdi: - Evet, ama ben, senfoni nasıl yazılacağını kimseye sormadım ki...
Kabiliyetlerimizi dikkate alamadan yaptığımız çalışmalar, akıntıya karşı kürek çekmektir.  
 
ÇALIŞKANLIK ÖLÇÜSÜ
Amerikanın en büyük işadamlarından Çelik Kralı Andrew Carnegie, New York'ta bir kolejde yaptığı konuşmada, gençlere şu öğüdü vermişti: - Gençleri çeşitli sınıflara ayırabiliriz. Vazifelerini yapanlar vardır. Vazifelerini yaptıklarını iddia edenler vardır. Üçüncü bir grup daha vardır ki, onlar vazifelerini yaptıktan sonra, biraz daha fazlasını yapmak için çalışırlar. Hayatta büyük başarı elde edenler, işte bu gruptaki gençlerdir. Sadece kendine verilen görevi yapmak, çalışkanlık değildir. Çalışkanlık, insanın çalışma potansiyelini tam kullanmasıdır.
Televizyon karşısında pinekleyerek çalışkan olunmaz.

BUHARLI GEMİ NASIL BULUNDU?
Robert Fulton, ilk buharlı gemi modeli üzerinde çalışırken, arkadaşları onu, "gerçekleşmesi imkansız" diyerek teorisinden vazgeçirmeye çalışmışlar; buharlı gemi yerine, yelkenli gemilerin hızını ve randımanını artıracak bir cihaz geliştirmesini istemişlerdi. Fulton, - Hayır, olmaz, dedi. Gelişmek için dış kaynaklara dayanan bir şey beni ilgilendirmez.

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Güç, o şeyin kendi içinden gelmeli... İçten destekli güç düşüncesi, Fulton'un buharlı gemiyi icat etmesini netice vermiştir.
Bizler çevremize BAĞIMLI olduğumuz için hayallerimizi gerçekleştiremiyoruz.  
Kişiler çevrelerine BAĞIMLI değil BAĞLI olmalılar.

KARANLIĞA KÜFRETMEK YERİNE BİR MUM YAKMAK...
Afrika yerlileri arasında hizmet etmek üzere, her türlü rahatlık ve konforu terk eden genç doktora, yakınları, yolundan çevirmek için dil döküyorlar: 
- Sen orada koca bir milletin çektiği ızdıraplara karşı tek başına ne yapabilirsin ki? Sen o insan denizinin ortasında kaybolup gideceksin? 
Onlardaki salgın hastalıktan önlemek için elinden ne gelir? 
Savaşı, açlığı, su baskınlarını nasıl durdurabilirsin? 
diyorlardı. 
İdealist genç doktor, kendini hizmet yolundan döndürmek isteyen yakınlarına, şu düşündürücü cevabı vermişti: - Ben, çevrem karanlık olduğu zaman, karanlığa küfretmem. Hemen kendi kandilimi yakarım...
Adını sanını bilmediğimiz ülkelere gidip, orada öğretmenlik yapan Türklere de çevresindekiler aynı şeyleri söylemişler midir acaba?

30 YILLIK TECRÜBE
Satış şubesinin başına yeni bir müdür getirilmişti. Şirkette 30 yıllık tecrübesi olmasına rağmen, niye kendisinin bu makama getirilmediğini, kızgınlıkla eleştiren bir memura, şirketin genel müdürü şu cevabı vermişti: - Dostum, sizin gerçekte 30 yıllık tecrübeniz yok.  30 tane bir yıllık tecrübeniz var.
1963 doğumluyum, öğrencilik hayatımda 45. yılım. Acaba kaç yıllık tecrübem var?

DEDİKODU
Namık Kemal, bir adam hakkında kötü bir dedikodu işitince, hemen o adamı bulup konuşurdu. Sebebini soranlara da şu açıklamayı yapardı: - Şuna emin olunuz ki, hiçbir fazileti ve başarılı çalışmaları olmayan birini, hiç kimse çekiştirmez. Hakkında ileri-geri konuşulan adamlar, görüşülmesi gereken becerikli insanlardır.
Atalarımızın dediği gibi, "meyveli ağaç taşlanır."

ELİNDEN GELENİ YAPTIN MI?
Küçük bir çocuk gayet ağır bir taşı kaldırmaya çalışıyorsa da, yerinden oynatamıyordu. O sırada kendisini seyreden babası, yanına giderek sordu: Bütün gücünü kullanıyor musun? Yapabileceğin her şeyi yaptın mı? Kan ter içinde kalan çocuk: 
Evet kullanıyorum, elimden gelen her şeyi yaptım, dedi. 
Baba, sakin bir sesle: - Hayır, yapmadın, dedi. Ve ilave etti: - Benden henüz yardım istemedin.
Elimizden geleni yaptıktan sonra, yardım istemeyi ihmal etmemeliyiz.

KOCASINI ZİRVEYE TAŞIYAN KADIN
Amerikanın en büyük romancılarından Nathaniel Hawthorne şöhret ve başarısını karısına borçlu idi. Hawthorne, işinden çıkarılmıştı. Parası yoktu. Ailesini nasıl geçindireceğini bilemiyordu. Durumu anlattığında karısı Sophia, bir çekmeceden bir torba para çıkardı. Kocasına: - Otur, şaheserini yazmaya başla. Ben, senin bir şaheser ortaya koyacağına inanıyorum. Bunun için, bir gün işimize yarar düşüncesi ile senin ev masrafı için bana her hafta verdiğin harçlıkların bir kısmını biriktirdim. Bu para bize bir sene yeter, dedi. Hawthorne, hemen yazmaya başladı. Ve Amerikan edebiyatının en büyük romanlarından biri böylece ortaya çıktı.
Kadın eşini vezir de eder, rezil de...

İYİ BİR GÖZLEMCİ OLMAK
Kimya hocası, kötü kokulu bir sıvıyı masanın üzerine koyarak öğrencilerine: - Gözlem melekelerinizi iyi kullanmıyorsunuz, dedi. Ve bir parmağını sıvının içine sokarak ağzına götürdü. Öğrencilerinden de aynı şeyi yapmalarını istedi. Öğrenciler, ister istemez parmaklarını sıvıya batırdılar, ağızlarına götürdükleri zaman da yüzlerini ekşittiler. Öğretmen, öğrencilerini tekrar azarladı: 

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Bir daha söylüyorum: Gözlem melekelerinizi iyi kullanmıyorsunuz. Eğer dikkatli bakmış olsa idiniz, ağzıma götürdüğüm parmağın sıvıya batırdığım parmak olmadığını fark ederdiniz.
Bakmak ile görmek arasındaki farkı ne zaman anlayacağız.

BAŞARI HAREKETLİLİK İSTER
Bir iş adamı, şirketine müessese müdürü alacaktı. İlan vermiş, başvuru yapanlardan öz geçmişlerini yazıp getirmelerini istemişti. Gelen özgeçmişler içinde birisi enteresandı. Özgeçmişine şu notu eklemişti: - Benim falan Başbakanla, filan cumhurbaşkanı ile çekilmiş fotoğraflarım da ektedir. İş adamı, bu notun sahibi kişiyi işe aldı. Sebebini soranlara da şu açıklamayı yaptı: - Bana aktif eleman lâzım. Bu adam, başbakan ve Cumhurbaşkanının yanına sokulabilecek kadar girişken, işime yarayabilir. Çünkü başarı hareketliliğin sonucudur.
Harekette bereket vardır.

KAFASINI GELİŞTİRMEK İÇİN OKUYORMUŞ
Amerikan Yüksek mahkeme üyesi Oliver Wendell Holmes, 90 yaşında (1932) kendi isteği ile emekli olmuştu. 94 yaşında da ölmüştü. Roosevelt, 1932'de ilk defa Cumhurbaşkanı seçildiğinde, Hakim Holmes'i evinde ziyaret etmiş, onu kütüphanesinde Platon'u (Eflatun) okurken bulmuştu. - Hakim Bey, Platon'u niye okuyorsunuz?  diye sormuştu. 90 yaşındaki Hakim Holmes, bu soruya şu vermişti: Kafamı geliştirmek için okuyorum, sayın cumhurbaşkanım.
Türk insanı : Üniversite bitti... Daha okuyup ta ne olacak...

KİM BAŞARISIZ?
Oscar Wilde, ilk sahne eserinin tam bir başarısızlıkla neticelendiğini görünce, tiyatrodan ayrılıp evine dönüyordu. Dostlarından biri sordu: 
-Oscar, piyes nasıldı? Oscar Wilde, kendi başarısızlığını kabul etmiyerek: - Piyes çok başarılı idi, cevabını verdi. Sözüne şu cümleyi de ekledi: 
- Ama, seyirciler çok başarısızdı.
Başarısızlıklar, insanın moralini bozmamalı, ümidini kırmamalı. Bilakis, yeniden başlamak ve çalışmak, hatalarını düzeltmek için taze bir şevk ve gayret vermeli.

NAPOLYON NEDEN BAŞARISIZ OLMUŞ? 
Ağır yemekler yemek Fransa İmparatoru Napolyon'un Borodino ve Leipzig savaşlarında düşmanlarını yenmesini önlemiştir. Her iki savaş sırasında da Napolyon, hazımsızlık! çekiyordu. Dresden savaşının 3. günü, Napolyon'un yanında olan Alman Romana Hoffman şöyle demiştir: - İmparator, savaştan evvel soğanlı koyun kızartması yemeseydi, düşmanlarını mahvedebilirdi.
Ağır ve çok yemek, insanın çalışma temposunu etkiler, dolayısıyla başarısında da olumsuz bir rol oynar.
 
GENÇLİK YAŞLA İLGİLİ DEĞİL
General Douglas Mac Arthur'un, Tokyo'da-Karargahında, bir duvara, şu yazı yazdırılmıştır:
- Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir.
İnsan imanı derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır.
Kendine olan güveni derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır.
Ümitleri derecesinde genç ve ümitsizliği derecesinde yaşlıdır.
İnsan bedenen yaşlansa bile, inançlarıyla, ümitleriyle,şevk ve gayretiyle genç ve dinç kalmaya devam edebilir.

ÇOCUĞUNUZ NE OLMAK İSTİYOR?
Amerika'da bir üniversitenin Rektörü olan James Garfield'e, bir gün çocuğunu üniversiteye yazdırmak isteyen bir anne gelir. - Rektör Bey, dersleri biraz basitleştireme misiniz? Benim çocuğum, programınızdaki derslerin hepsini birden takip edemiyor. O, bir an önce Üniversiteyi bitirmek isteğinde, der. Rektör Garfield, - Evet Hanımefendi, bu mümkün, cevabını verir. Ve ekler: - Yalnız, önce çocuğunuzun ne olmasını istediğinizi öğrenebilir miyim?
Bildiğiniz gibi, Cenab-ı Hak, bir meşe ağacını 100 senede yetiştirirken, bir kabak için, iki ay yeterli...


AKIL, SAÇTA MI, BAŞTA MI?
Ünlü Amerikalı avukat Clarence Darrow, henüz genç ve tecrübesiz bir avukat iken, bir gün mahkemede karşı tarafın avukatı, ondan devamlı:
"Şu sakalsız genç" diye bahsederek küçük görüyordu. Darrow, bu küçümsemelere, şöyle bir öykü ile cevap vermişti: -  İspanya Kralı, bir gün bir kralın sarayına, genç bir asilzadeyi elçi olarak gönderdi. Genç birinin karşısına elçi olarak çıkmasından memnun olmayan kral, bu hoşnutsuzluğunu şu sözlerle belirtti: - İspanya kralının ülkesinde adam yok mudur ki bana bu sakalsız genci gönderir? Genç elçi, krala şu cevabı verdi: 
- Efendim, benim kralım, sizin "hikmet ve ancak bir sakallıda olabileceğini" düşündüğüzü bilseydi, hiç şüphesiz size, benim yerime bir sakallı keçi gönderirdi. 
Ve genç avukat Clarence Darrow, bu davayı kazandı.
Nasreddin hocayı hatırlamamak mümkün mü: Marifet kavukta ise...

İYİ BİR ESER NASIL ANLAŞILIR? 
Tanınmış kadın romancı Virginia Woolf, hatıratında, bir romanın iyi bir eser olup olmadığına nasıl karar verdiğini, şu şekilde ifade etmiştir: - Bir romanın, iyi bir eser olup olmadığını anlamak için, okuyanın hayat görüşüne herhangi bir katkı yapıp yapmadığına bakarım.
Ortaya konan her eser, insanlığa bir yarar sağlamalı, onda olumlu gelişmeler meydana getirmelidir. Başarılı ve iyi bir eserin temel özelliği budur.

İLK NASİHAT
Sid Turell aldığı ilk hayat dersini şöyle anlatıyor: - İlk tahsilimi yaptığım okulda, her türlü halk tabakasına mensup öğrenciler vardı. Okulun ilk açıldığı gün, öğretmenimiz bize şunları söylemişti: - Kiminiz büyük evlerde oturuyorsunuz, kiminiz kulübelerde. Ama bu sınıfta hepiniz eşitsiniz. Burada önemli olan şey sizin davranışlarınızdır. İnsanlarla olan ilişkilerinizde, ne despotik olup kimseyi ezin. Ne de dalkavuk olup ezilin. İster yüksek mevkide olsun, isterse aşağı herkese saygı ve nezaket gösterin.
Hiçbir nasihat, hayatımda bu kadar kıymetli olmamıştır. Yüksek bir şahsiyete yaranmak veya bir kapıcıyı azarlamak istediğim vakit, hep bu sözleri hatırlarım. Hayatıma yön veren bu sözler olmuştur.

BOŞ ZAMANI DEĞERLENDİRME BİLİNCİ 
Elihu Burritt, kendini yetiştirme konusunda ilk başarıyı, dehaya vermez; "boş vakitler" denen zaman parçacıklarını, büyük bir özenle değerlendirmeye bağlardı. Kendisi, bir demirci olarak hayatını kazandığı sıralarda, eski ve yeni 18 kadar lisan ile, 22 Avrupa lehçesini boş vakitlerini değerlendirmek sayesinde öğrenmiştir.
Anlaşılıyor ki, başarılı olmak için mutlaka üstün zekalı, dâhi yaratılışlı olmak gerekmemektedir. Ama zamanı iyi kullanmasını bilmek, boş vakitleri iyi değerlendirmek vazgeçilmez şarttır.

BAŞARI HIRSI
Dünyada sadece 2 adet mevcudu olan posta pullarından bir tanesi, müzayedeye çıkarılmıştı. Artırmaya bir çok ünlü koleksiyoncu katılıyordu. Bir adam, yüz binlerce doları vererek o pulu aldı. Aldığı pulu inceledi. Gerçekten dünyada mevcut 2 puldan birisi olduğuna kanaat getirdikten sonra, derhal yüz binlerce dolar verdiği o pulu yırttı ve arkasından: - İşte şimdi, dünyada bir tek bendeki pul kaldı, dedi.
Kimsenin başaramadığını başarma hırsına, dünyada hiç kimsede olmayan bir şeye sahip olma duygusuna güzel bir örnek...

SAÇLARI AĞARTAN ÇALIŞMA Montesquieu, yazılarını okutmak için verdiği bir arkadaşına şöyle demişti: - Sen şimdi bu yazıları, birkaç saat içinde okuyup bitireceksin. Fakat inan ki, bu iş, bana saçlarımı ağartacak kadar uzun ve yorucu çalışmaya mal oldu.
La Fontaine'nin dediği gibi, hiçbir zafere, çiçekli yollardan gidilmez. Başarıya giden yolda, ter vardır, sıkıntı vardır, yorgunluk vardır, yüksek bir irade gücü vardır.

İŞİ EHLİNE VERMEYİNCE...
Sultan 3. Osman, devlet kademelerinde sık sık aziller ve tayinler yapardı. Bunu yaparken de, yetenek ve ehliyeti hiç göz önüne almazdı. Çok kere de kıymetli devlet adamlarını azleder; işten anlamaz, liyakatsiz insanları iş başına getirdiği olurdu. Bir gün Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşaya kızarak: - Seni azleder, hamallar kethüdası Ali Ustayı sadrazam tayin ederim, deyince, Sadrazamın cevabı şu olmuştu:

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
- Yaparsınız! Fakat o, Hamal Ali Paşa olur. Hekimoğlu Ali Paşa olamaz.
İşinde ehil olmayan, başarılı  olamaz.
İKİ  İŞ ARASI BOŞ VAKİTLER DEĞERLENDİRİLSE... - Dr. Burney, müzik dersi vermek için bir evinden öteki öğrencinin evine at üzerinde giderken, yolda geçen boş zamanlarında, Fransızca ve İtalyanca'yı öğrenmiştir. - Kirke White, bir avukatın yazıhanesine gidip gelirken, Yunanca'yı öğrenmiştir.
- Fransa'nın eski başkanlarından Daguesseau, yemek vaktini beklediği sıralarda, kocaman bir kitap kaleme almıştır. - Mademe de Genlis, eserlerinden pek çoğunu, ders verdiği asilzadeleri beklediği boş vakitlerinde yazmıştır.
Boş vakit yoktur, boşa geçirilen vakit vardır.

SÖZÜMÜ DİNLEYECEĞİNİZ BİR GÜN GELECEK 
İngiliz milletvekili Benjamin Disraeli, Parlamento'daki ilk konuşmasında ıslıkla yuhalanmış, konuşmasını tamamlayamadan kürsüden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ama o, kürsüyü terk ederken şu sözleri söylemekten de geri durmamıştı: - Pekâla, sözümü burada kesiyorum, ama ilerde, sözümü kesmeden dinleyeceğiniz gün mutlaka gelecektir. Disraeli, zamanla hem İngiltere Başkanı, hem de sözü dinlenen iyi bir hatip oldu.
 
MENDEL'İN BAŞARISI
Genetik ilminin kurucusu Gregor Mene gençliğinde üniversiteye kabul edilmemişti. Daha sonra Viyana Üniversitesine girdi ise de, oradan da mezun olmadan ayrıldı. 
Profesörlerden biri, o tarihlerde onun hakkında şöyle yazmıştı: - Mendel'de bir ilim adamı gibi düşünebilme yeteneği yok... Ama o, bu olumsuzluklardan yılmadı ve çağımızın en gözde ilim dallarından biri olan genetik ilminin kurucusu oldu.

KİTAP OKUMANIN FAYDASI NE?
Amerikalı eğitimci ve felsefeci John Dewey'e, 90. doğum gününde bir gazeteci şu soruyu sormuş: - Okuduğunuz bunca kitabın, size ne faydası oluyor?
 John Dewey, bilgi ve kültürünün artmasını kastederek: - Dağlara tırmanmama yardım ediyor, cevabını vermiş. Gazeteci, filozofun bu cevabından bir şey anlamamış ve: - Dağlara tırmanmak mı? Dağlara tırmanmanın ne faydası var? demiş.
Filozof, gazeteciye şu açıklamayı yapmış: - Tırmanacağınız diğer zirveleri görebilmek için, dağlara tırmanmak gerekir. Bundan vazgeçtiğiniz an, kaç yaşında olursanız olun yaşamınız sona ermiş demektir.

TARAFTARI KİMMİŞ?
Napolyon Bonapart'a karşı ayaklanmaya girişen General Malet'e, Mahkeme başkanı sormuş: - Taraftarlarınız kimlerdi? General'in cevabı enteresan olmuş: 
- Başarsaydım, en başta siz!

KABİLİYET FARKI
Sadi-i Şirazi'nin 2 talebesinden biri, imtihanlar sonunda başarılı olurken, diğeri başarısız olur. Başarısız öğrencinin babası, Şeyh Sadî'ye sitemde bulunur. - Niye aynı eğitimi vermediniz? 
Benim çocuğum niçin başarısız oldu? der. 
Şeyh Sadi'nin bu siteme cevabı düşündürücüdür: - Eğitim aynı, ama kabiliyetler farklı...
Eğitimde başarı, herkese aynı müfredatı öğretmekle elde edilemez. Farklı kabiliyetlere göre, eğitimi organize etmek şarttır.

KALICI BİR BAŞARININ ŞARTI
Alaeddin Gocdüvani, Ubeydullah Ahrar'a maneviyat yolunda ilerlemenin sırrını şu şekilde ifade etmişti: - Maneviyat yolunda ilerlemek için, çok çalış. Bu çalışmayı asla bırakma. Şunu iyi bil ki, çalışmadan elde edilen şeyler, devamlı ve kalıcı olamaz. Görüldüğü gibi, maddî konularda başarılı olmanın baş şartı çalışmak olduğu gibi, maneviyat alanında da ilerlemenin ilk şartı yine gayret ve çalışmadır.
 
BOŞ KALMAYA GELMEZ
Uzun bir ömür süren ve hayatinin her anını çalışarak geçiren Süheyl Ünver'e, ileri bir yaşta iken bazı dostları lâtife kabilinden sormuşlar: - Azrail sizi unuttu mu yoksa? 
Süheyl Ünver'in cevabı şöyle olmuş: - Hayır,  Azrail'le yakında görüştük. Bana dedi ki:
"Boş bulursam götürürüm" Başarılı olmanın koşulu, hayatı dolu dolu yaşamak, ömründe değerlendirilmemiş zaman dilimine mümkün mertebe yer vermemektir.

BEN YAZARIM
Bir dostu, Gandolin'e, arada bir yayınlanması için makale gönderir, - Zahmet olmazsa, virgülleri de sen koyuver, diye bir  de not eklermiş. Yazının son derece kötü olduğunu gören Gandolin, bu durumu dostuna hissettirmeye karar vermiş. Ve bir gün, dostundan gelen yazının arkasına şu satırları yazıp mektubu geri göndermiş: - Dostum, bir dahaki sefere lütfen sadece virgüleri gönderin. Yazıyı ben yazarım.
 
ÜÇ DÜŞMAN
Sultan 3. Selim, İngiltere ve Rusya'nın ittifak ederek Osmanlı Devletine savaş açmasından endişe duyuyordu. Fransız elçisi General Sebastiyani Padişahı teselli için sözleri söylemişti: - Siz İngiltere ve Rusya'dan ne korkuyorsunuz. Sizin daha tehlikeli 3 düşmanınız var ki, onlardan kurtulabilirseniz, karşınızda hiç bir düşman dayanamaz. Sultan 3. Selim: - Kimdir o üç düşman? diye sordu. Sebastiyani: - Üçü de dilinizde "t" harfi ile başlıyor: Tembellik, tevekkül ve teseyyüp (adamsendecilik). 
Bunların yanında aslında güzel ümitleri müjdelemesi gereken, ama sizlerin çok defa ihmallerinize kalkan yaptığınız üç kelime var: İnşallah, maşallah ve fesübhanallah! İlk üçünden kurtulur, son üçünü de gayretlerinize dayanak edinebilirseniz, Türklerin korkacağı düşman kalmaz.

HAYIRLI VE BAŞARILI BİR İDARECİ OLMANIN YOLU
Ömer bin Abdülaziz, Tavus bin Keysan'dan, yapacağı hayırlı işler konusunda fikir vermesini istemişti.
Tavus, Ömer bin Abdülazize yazdığı mektupta, onun dünya ve ahiret açısından başarılı bir idareci olması için şu tavsiyeyi yapmıştır: - Yönetimde hayırlı bir iş yapmak istiyorsan, halkın işlerini hayırlı insanlara gördür. İş başına idareci olarak başarılı ve becerikli kişileri getir. Bu tavsiye hayırlı ve başarılı bir idareci olmak isteyen için yeterli bir tavsiyedir.

İSTEMEK YETMEZ ÇALIŞMAK GEREK 
Ebu Bekir Nessac, insanın maddi manevî her konuda başarılı olmasını çalışmaya bağlar ve şöyle derdi: - Suyu düşünmek, susuzluğu gidermez. Odunu düşünmek, insanı ısıtmaz. Bu misaller gibi, insanın bir şeyi sadece düşünmesi ve istemesi, insanı hedefine ulaştırmaz. Basarı için, - Çok gayret, - Çok çalışmak, - Uyulması gerekli tüm şartları yerine getirmek lâzımdır.

HALÂ ÖĞRENİYORUM!
Michelangelo, Vatikan Sistin Kilisesinin freskolarını yani alçı kurumadan üzerine işlenen resimleri yaptığı vakit, 70 yaşında bulunuyordu. Onun, hayatı boyunca tekrarladığı bir sözü de "hâlâ öğreniyorum" cümlesiydi. En büyük eseri olan Pieta'yı, yani Hz. İsa'yı annesi Meryemin kollarında gösteren heykelini bitirdiğinde 87 yaşındaydı.

ŞÖHRET VE BAŞARI BİR GECEDE GELMEZ
Bir İngiliz kadını, bir gün Lord Northcliffe: - Ünlü İngiliz yazar ve şairi Thackerey, bir sabah gözlerini açtı ve kendisini meşhur bir adam olarak buldu, demişti. Lord Norhcliff, bu iddiaya şu cevabı verdi: - Thackerey, yataktan kalkıp kendini meşhur bir adam olarak bulduğu ana kadar, 15 sene her gün 8 saat yazmıştı. Bu cevap, başarının öyle bir gecede gelip sahibinin başına konacak bir talih kuşu olmadığını göstermektedir.  

İHTİYARLAYINCA DÜŞÜNÜRÜM
Doktor Voronof, bir gün Fransa'nın I. Dünya Savaşı sırasındaki ünlü Başbakanı Clemenceau'u ziyaret ederek, ona gençlik aşısı yapmak teklifinde bulunmuştu. Clemenceau, bu gençleştirme teklifine: 
- Önerinizi şimdilik kabul edemiyeceğim. İhtiyarlayayım, o zaman belki düşünürüm, cevabını vermişti.
Clemenceau, bunu söylediği sırada 83 yaşında bulunuyordu.

BEYİN YAŞLANMAZ
Colombia Üniversitesi psikologlarından Dr. Lodge, herhangi bir hastalık bulunmadığı takdirde, kafanın (beynin) düşünme ve üretme kabiliyetini 90 yaşına, hatta daha da ileri yaşlara kadar devam ettireceğini ispatlamıştır. Kendisi de o yaşta üniversitede ders vermekteydi. - Yaşlanan vücuttur, kafanız değil. Şayet kafanızı kullanmasını bilirseniz, diyordu. Eski Yunanın trajik şairi Aeschylus da aynı fikir de idi .
- Yaşlılar için öğrenme mevsimi her zamandır, derdi.

ZULÜMDEN NASIL NEFRET ETTİRDİ?
İran'ın dünyaca ünlü âdil hükümdarı Nuşirevan, henüz çocukken öğretmeninden haksız yere dayak yemişti. Nuşirevan bu olayı hiçbir zaman unutmadı.
Nitekim tahta geçtikten sonra, o çocukluk öğretmenini çağırtıp kendisini haksız yere dövmesinin sebebini sordu. Öğretmenin cevabı düşündürücüydü: - Babandan sonra senin hükümdar olacağını biliyordum. İstedim ki, zulmün acısını ömrün de bir defacık olsun tatmış olasın da, başkasına zulmederken yaptığın işin kötülüğünü hatırlayasın.

YABANCI DİL BİLMENİN FAYDASI 
Farenin burnuna nefis peynir kokusu gelir. Araştırmak üzere deliğinden başını çıkarınca, bir kedi sesi işitti de her deliğine sindi. Ertesi gün, fare delikten başını çıkınca yine kedi sesini duyup deliğine çekildi. 3. gün, fare iyice acıkmıştı. Kediyi nasıl aldatabilirim düşüncesiyle, delikten başını çıkardığında bu defa kedi sesi değil köpek havlaması işitti. Fare sevindi. Demek ev sahipleri kedi yerine köpek edinmişlerdi. Kendinden emin ve şekilde, peynirin kokusuna doğru giderken odanın bir köşesinde gizlenen kedi, bir sıçrayışta fareyi yakaladı. Ve yanında kendisini merakla izleyen yavrusuna:
- Gördün mü yavrum, dedi. Bir yabancı dil bilmenin faydasını...

YÜZYILDIR OKUNAN KİTAP 
Çocuk yayınlarının gözde kitaplarından biri olan "Tavşan Peter'in Öyküsü" adlı kitap, ilk önce İngiliz yayıncısı Frederick Warne tarafından nazikçe reddedilmişti.  Daha sonra en az 6 yayıncı daha eseri geri çevirmişti. Sonunda eserin yazan olan Bayan, eseri kendi parası ile bastırıp piyasaya sürmüş, bu küçük kitap o zaman büyük beğeni kazanmıştı. 
Frederick Warne, bu ilgiyi görünce fikir değiştirerek eseri basmaya karar vermişti. 100 yıla yaklaşan bir zaman içinde; "Tavşan Peter'in Öyküsü" en çok okunan kitaplar arasında yerini aldı.
 
"KAYBOLMUŞ CENNET" NASIL YAZILDI?
İngiliz şair John Milton, "Kaybolmuş cennet" adlı dev eserini yazdığı sırada tamamen kör olmuştu. Bu büyük eseri yazarken sekreterleri, kızları idi. Kızlar, babalarının dikte ettirdiklerini  yazmakla kalmıyor, onun başvurduğu kaynak eserleri de sesli olarak ona okuyorlardı. Eski Yunan ve Latin yazarlarının kitaplarını okumak, onlar için hiç te kolay değildi. Zira, kızların bu dilleri iyi bilmedikleri söylenir. Bunca olumsuz şartlara rağmen, "Kaybolmuş Cennet" adlı şaheser vücut bulmuştu.

BAŞARI NASIL KORUNUR?
Polonyalı ünlü piyanist Pederewski, mesleğinin zirvesinde olduğu yıllarda dahi, günde 8 saat piyasada pratik yapmaktaydı. Bu kadar sıkı çalışmasının nedenini bir gazeteciye şöyle açıklamıştı: 
- Eğer bir gün pratik yapmazsam, bunu kendim hissederim. Eğer iki gün çalışmazsam, dostlarım da gerilemenin farkına varırlar. Eğer üç gün pratik yapmazsam, bendeki performans düşüklüğünü, dinleyicilerim de hisseder ve görürler.

HAYATININ  EN ÖNEMLİ İŞİ 
Ünlü orkestra şefi Artura Toscanini'nin  80. doğum gününde, oğlu Walter'e: 
"Babasının en önemli işinin, en büyük başarısının ne olduğundan" sorulmuştu. Walter şu cevabı verdi: 
- Babam açısından böyle bir şey düşünülemez. Çünkü herhangi bir anda, ne iş yapıyorsa, o hayatının en büyük işidir. 
İsterse bir orkestra yönetsin, isterse bir portakal soymuş olsun, yaptığı her şeye o, son derece önem verir ve özenle yapar.

YAPMAK İSTEDİKLERİNİN RÜYASINI GÖRENLER BAŞARILI OLUR Büyük işler başarmak için, sadece harekete geçmek yetmez. Ne yapmak istediğinizin rüyasını da görmeniz gerekir.

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Sadece rüyasını görmekte yetmez, rüya, gerçekleşeceğine inanmak ta gerekir. 
(Anatole France - Ünlü Fransız Yazarı)
- Bütün büyük insanlar, yapmak ve ulaşmak istedikleri şeylerin rüyasını gören kişilerdir. Bazılarımız rüyalarımızı öldürür. Bazılarımızda besler ve korur. Sonunda güneşin aydınlıkları ve ışık kendini daima gösterir. 
(Woodrow Wilson - Amerika Cumhurbaşkanı)

HÜNER SAHİPLERİNE NE KADAR DEĞER VERİYORUZ?
İstanbul Üniversitesinin bir salonunda gençler gazete okuyorlardı. O sırada salona giren Edebiyat Fakültesi profesörlerinden Ferit Kam gençlere: - Ne okuyorsunuz diye sorunca, onlar da: 
- Süleyman Nazif'e Belediye, mezar taşı yaptıracakmış, dediler.
- Ferit Kam'ın dilinden, bu haber üzerine şu kıt'a dökülüverdi: Sağlığında nice ehl-i hünerin Bir tutam tuz bile yoktur aşına  Öldürüp evvel onu açlıktan Sonra bir türbe yaparlar başına.
ÜÇ MÜNECCİM Astrolojiye (yıldızlar ilmine) meraklı Fransa kralı, 2. Frederik'e elçi göndererek ondan üç müneccim (astrolog) istemişti. 2. Frederick, elçiye şu açıklamayı yaptı: - Ben siyaset âleminde başarıyı 3 şeyle buldum: Birincisi, tarih okumak ve geçmişin tecrübelerinden faydalanmak, İkincisi, kuvvetli orduya sahip olmak için barış zamanı askerleri iyi eğitmek, Üçüncüsü de, devlet hazinesini para ile de durmak... İşte benim 3 müneccimim budur.

NİÇİN AĞLAMIŞ?
Harun Reşid, güzel konuşmasıyla insanla etkileyen veziri Tusî'ye bir keresinde kızar, öldürülmesini emreder. Tusi başlar ağlamaya. Harun Reşid: - Niçin ağlıyorsun? diye azarlayınca Tusi, şu açıklamayı yapar: - Ölümden asla korkmuyorum. Çünkü insan için ölüm kaçınılmaz bir sondur. Ağlayışımın sebebi, bu fani dünyadan mü'minlerin Emîri bana kızgın olduğu halde gidecek oluşumdandır. Bu sözler Harun Reşid'in hoşuna gider. Veziri Tusi'yi affeder. Tatlı dil, güzel ve ikna edici konuşma, nice başarısızlıkları örterek başarıya dönüştürmüştür.
 
50 YILDA YAZMIŞ
Meşhur hattatlardan Şevki Efendi'ye, resmi bir binanın kapısına bir kitabe yazdırmışlardı. Ünlü Hattat'a bu yazıdan dolayı 10 altın verdiler. Şevki Efendi, bu parayı almadı. Saray Ağası, Şevki Bey'e: - Bu yazıyı 10 dakikada yazıverdin, on altın yeter deyince Ünlü Hattat gülerek: - Hayır, ağa Hz.leri ben bu yazıyı on dakikada değil, tam 50 senede yazdım. Elli altın isterim dedi.
Saray Ağası bu isteği Padişaha söyleyince, Padişah: - Üstad dileğinde haklıdır. O elli senede yetişmiştir. 50 altın veriniz, emir buyurdu.

PLAN ADAMI, HAREKET ADAMI
Japonya ile Amerikan savaşının ilk yıllarında General Mac Arthur, bir mühendisi çağırdı küçük bir su üzerinde bir köprüyü kaç günde yapacağını sordu. 
Mühendis cevap verdi: 
- Üç gün. Mac Arthur: 
Pek âlâ, dedi. Ressamlarını al ve hemen köprünün planlarını hazırlayıver. Üç gün sonra, Mac Arthur mühendisi çağırdı. Köprünün hazır olup olmadığını sordu. Mühendis: - Köprü hazır, generalim. Birlikler üzerinden geçebilir. Eğer projeleri isterseniz. Ressamlar henüz planları bitiremediler.

TATMAYAN BİLMEZ
Amerika'da bir lisenin diploma töreninde konuşan ünlü bir eğitimciden gençlerden biri:  - "Bir üniversitelinin kendini nasıl hissettiği hakkında bilgi vermesini" istemişti. Eğitimci kendisine bir muz verilmesini istedi. Muzu aldı, herkesin gözü önünde soyup yedi. Ardından soru soran gence:  - "Yediğim muzun tadının nasıl olduğunu biliyor musun?" dedi.
 
NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
- Elbette bilmiyorum, dedi genç. Onu ancak yiyen bilir. - Üniversite eğitimi de böyledir işte, dedi eğitimci. Onu kişinin kendisinin tatması gerek.
 
MADALYAYI NEDEN TAKMIYORMUŞ? Sultan II. Abdulhamit Kars savaşında bulunup ta üstün basan gösterenlere verilmek üzere bir Kars madalyası armağan etmişti. Bir süre sonra, bu madalyayı Kars Savaşına katılmayanlar da takmaya başladılar. Bunlardan biri de Şeyhülislam idi. Deli Fuat Paşa, bu durumu görünce, göğsündeki madalyasını çıkardı, takmamaya başladı. Bir gün, Sultan Abdülhamid Paşanın madalyasını göğsünde göremeyince: - Fuat Paşa, siz Kars madalyasını niçin takmıyorsunuz? - Efendim, ben Kars Savaşına katılmadım ki takayım. - Nasıl olur! - Sultanım, bana inanmazsanız, Şeyhülislama sorunuz. Bakalım beni savaş sahasında görmüşler mi?
 
İŞSİZ ADAM, DEDİKODU ÜRETİR
Alparslan'ın veziri Nizamü'l-mülk çok değerli bir devlet adamı idi. Fakat sarayda onu çekemeyenler de vardı. Bu adamlardan biri, Nizamü'l-mülkün halka zulmettiğini, milleti soyup servet sahibi olduğunu bildiren bir jurnali,  Alparslan'ın namaz seccadesinin içine koydu. Alparslan jurnali görüp okudu. Derhal vezirini yanına çagırarak Jurnali ona da okuttu. Sonra da şu tavsiyeyi yaptı. -Ey vezirim! Şu kağıda bak. Eğer bu adamın dedikleri doğru ise, yaptığın bu işten vazgeç. Eğer bir iftira ise, onu cezalandırma. Bu adama bir iş bul da, meşgul olsun. Onun bunun aleyhinde bulunmağa vakit bulamasın. Bu sözlerde, her türlü fesadın, işsizlikten geldiğini anlatmış oldu.

DÜŞMANINI DOST ETMEK, YOK ETMEK Mİ?
Amerikanın 5. Cumhurbaşkanı Abra Lincoln, düşmanları hakkında çok yumuşak dil kullanırdı. Bazıları bunu hoş görmeyerek: - Düşmanlarınızı yok etmek dururken, onları böyle okşamanızı anlayamıyoruz, dediler. Lincoln, onlara şu veciz cevabı verdi: - Sayın efendiler! Düşmanlarımı kendime dost etmekle, zaten yok etmiş olmuyor muyum?

SAMAN YERİNE GÜL
Meşhur Yunan Şairi Pindaros, antik medeniyetin zirve noktasında iken yaşamış olmasına rağmen,  cemiyetin bozukluğunu, kendisinin yeterince anlaşılamadığını şu sözlerle ifade etmişti: - Meğer ben, bir ömür, katırların yemliğine saman yerine gül doldurmuşum. Bir ilim ve sanat adamı için, layıkıyla anlaşılamamak, kendini anlayacak muhatap bulamamak kadar zor gelen durum yoktur.

YÖNETİMDE BAŞARININ SIRRI: ADALET
İran orduları başkomutanı Hürmüz, esir edilip Medine'ye getirildiğinde, Hz. Ömer'i, korkusuz ve mütevazi bir şekilde,  dışarıda yatıp uyur halde görmüştü. Onun bu haline gıpta ederek: - Adalede hükmettiğin için, emniyet içinde uyuyabiliyorsun, demişti. Büyük İskender, Hindistan seferinde orada çok az olduğunu görünce, hakimlere: - Ülkenizin kanunları niçin böyle azdır? diye sormuştu. Hâkimler: - Biz, hak sahibinin hakkını kendiliğimizden veririz. İçimizdeki hükümdarlarımız da adildir, cevabını vermişlerdi. İskender: - Adalet ile kahramanlıktan hangisi üstündür sizce? diye sordu. Hakimler: - Adalet yerine getirilirse, kahramanlığa gerek kalmaz, karşılığını verdiler.

İLMÎN YAŞI YOKTUR
Bir hikmet erbabı, ilmi sevmekle beraber, yaşının büyük olmasından dolayı utanan bir ihtiyara, şu ikazı yapmıştı: - Ey kişi, ömrünün sonunda, ömrünün evvelinden daha faziletli bir halde olmaktan mı utanıyorsun?
 
ÖMÜR BOYU ÖĞRENME
Abbasi Halifelerinden Me'mun, meclisindeki alimlerle fıkıh meselelerini konuşurken (amcası)  İbrahim bin Mehdi meclise geldi.  Me'mun ona: - Amca bu alimlerin söyledikleri hakkında sen ne dersin diye sordu.  Amcası: - Ey mü'minlerin emiri! Çocukluğumuzda bizi bir takım şeylerle meşgul ettiler.  İhtiyarlığımızda da biz kendimizi meşgul ettik. Böylece ilimden mahrum kaldık, dedi. Me'mun bunun üzerine:  - Şimdi okumanızda ne engel vardır? diye sorunca, amcası: - Bizim gibi ihtiyarlara okumak yakışır mı? dedi. Me'mun: - Evet, vallahi ilim talebesi olarak ölmen, cehalete kanaat ederek yaşamandan hayırlıdır, dedi. Amcası: - Ne zamana kadar okumak bana yakışır, deyince de Halife Me'mun: - Hayat sana yakıştığı (Hayatta olduğun) müddetçe... cevabını verdi.
 
İNSAN İÇİN EN HAYIRLI ŞEYLER
İran hükümdarlarından Enûşirvan, Büzürcmihr'e sordu: - İnsan için en hayırlı şey nedir? Vezir: - Geçimini sağlamaya yeterli akıldır, cevabını verdi. Ve aralarında şu diyalog devam etti: - O akıl bulunmazsa? - Aybını örtecek dost ve arkadaşlardır. - O da bulunmazsa? - Kendisini halka sevdirecek maldır. - O da bulunmazsa? - Susan bir dildir. - O da olmazsa? - O zaman her şeyi uçurup götüren ölümdür.

SUÇ NASIL ÖNLENİR?
Eski Atina'nın büyük hukukçusu Solon'a, herhangi bir ülkede suçların nasıl önlenebileceği veya azaltılabileceği hakkında fikri sorulmuştu. Solan, şu cevabı verdi:  - Ne zaman kendisine karşı herhangi bir suç işlenmemiş olanlar, haksızlığa ve suça maruz kalanlar kadar tepki gösterirlerse, o zaman suçlar önlenir veya azalır. İnsan, her halükârda, haksızlığa ve zulme karşı tepkili olmalıdır. Bu takdirde cemiyette suçlar azalır, suçluların yaptıkları yanlarına kâr kalmaz.


İHTİYARLIK ÇALIŞMAYI BIRAKMAYI GEREKTİRMEZ
Diyojen'e: Artık sizin dinlenmeniz gerek denilmişti. Diyojen: - Niçin? diye sordu. Ve şu açıklamayı yaptı: - Eğer koşucu olsaydım,koşunun sonuna doğru yavaşlam mı gerekirdi. Tam tersine, bütün gücümle koşmak zorunda kalırdım.

HAYATTA HER İSTEDİĞİN OLMAZ
Diyojen, ara sıra heykellerden kendisine lütufta bulunmalarını isterdi. Sebebini sordukları zaman dedi ki: - Arzularımın yerine getirilmemesine, kendimi alıştırmam için.

BEŞİKTEN MEZARA İLİM
Müftülüğü zamanında, Sakıp Danışman Hocaefendi merhum, talebelere ders verirdi. Talebeler arasında yaşlı bir öğrenci vardı. Bir gün ders esnasında rahmetli avukat Samih Kobal içeri girip oturdu. Ders bittikten sonra, Samih Bey şöyle dedi:  - Hoca efendi, bu çocuklar okuyor, çok iyi,fakat bu ihtiyar bu yaştan sonra ne yapacak?  Hocaefendi şöyle cevap verdi: - Cehalet belasından kurtulmak için, yaşın büyüğü küçüğü olmaz. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmek, insanın dini vazifesidir.

DÜŞÜNCEYE SAYGI GEREK
Mehmet Arif Efendi, öğrencilerine şu 3 şeyi öğütledi: - Düşünceler daima saygıdeğer hakikatlerden toplanmış zerrelerdir. Hiçbir düşünceyi toptan reddetmeyeceksiniz. - Hiçbir varlığın ve fikrin sadece kendinizde olduğunu da iddia etmeyeceksiniz. - Yerlerine daha tatmin edici ve faydalısını yerleştirinceye kadar; kurulmuş, yerleşmiş hiçbir adet ve geleneği  bozmaya ve yıkmaya çalışmayacaksınız.

ZULMÜN KÜÇÜĞÜ OLMAZ
Adaletiyle meşhur Nuşirevan ziyafet veriyordu. Bir hayvan kesilmiş, ateşte kebab ediliyordu.  Ancak yanlarında tuz yoktu. Getirsin diye köye biri gönderdiler. Nuşirevan: - Tuzu para ile al ki, gasben bedava almak âdeti çıkmasın, memleket zulüm ile harap olmasın, dedi. - Bir tuzdan ne zarar gelir? diye soran adamlarına Nuşirevan şu cevabı verdi: - Cihanda zulmün temeli ufacık bir şeydi. Ama her gelen onu büyüttü. Nihayet şimdiki duruma ulaştı.

BOŞ EV
Aristo yanında bulunan sevimli ve yakışıklı bir gençle sohbet ederken, genç çok anlamsız ve saçma şeyler konuşur. Bunun üzerine Aristo, gence ümitsizce bakıp: — Çok muhteşem bir ev, fakat ne yazık ki içinde kimse yok, bomboş,der.

KİŞİ HADDİNİ BİLMELİ
Şair geçinenlerden biri, şiir diye karaladığı sözleri İzzet Mollaya göndererek istemişti.  İzzet Molla, mısralara şöyle bir göz atınca: - Beyefendiye selam söyleyin, şöyle biraz perhiz etsin dedi. İzzet Mollanın kalem perhizi tavsiyesini mide perhizi sanıp bir müddet perhiz yapan sözde şair yeni şiirlerini uşağı ile  İzzet Mollaya tekrar gönderdi. İzzet Molla, yine perhiz tavsiyesinde bulundu. Uşak:
 
NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
- Aman Efendim, beyefendinin perhiz yapmaktan kımıldayacak dermanı kalmadı, deyince İzzet Molla kendini tutamadı: - Perhiz ediyor da, bu herzeleri (saçma sözleri) kim ortaya çıkarıyor öyle ise?

ALEYHİNDE KONUŞANA NE TEPKİ VERDİ?
Bir gün, birisi İmam Zeynelabidin Hazretlerine gelip: - Falanca senin aleyhinde konuşuyor, diye bir başkasını gammazlar. Zeynelabidin Hazretleri, - Gel, beraberce o kişinin yanına gidelim, dedi. Beraberce gıybetçinin yanına gittiler.  Yolda adamın aklına, "kim bilir ona ne kötü sözler söyleyecek" yollu düşünceler gelmişti. Ama Hazreti İmam'ın gıybetçiye sadece şu sözleri söylediğini hayretle gördü: - Eğer benim hakkımda söylediklerin doğru ise, Allah beni bağışlasın, affetsin. Eğer dediklerin doğru değilse,  Allah seni affetsin ve ıslah etsin.
Başarılı insanlar, tenkit ve aleyhte konuşmalar karşısında hemen tahrik olup olumsuz tutum ve davranışlara girmez;  eleştirileri sabır ve olgunlukla karşılarlar.

PARANIN ESİRİ OLMAYIN!
Sokrat hayranı bir zengin, bütün servetini ona bağışlamıştı.  Zengin Tüccarın ölümünden sonra, vasiyeti gereği bir çuval altın Sokrat'a teslim edildi. Ünlü filozof, altın çuvalını kayığa koyup denize açıldı. Sonra da altınları suya atmaya başladı. Bir yandan da şu sözleri söylüyordu: - Ey para! İşte seni batırıyorum ki, sen benim ruhumu batırmayasın.

SANATA SAYGI VE DESTEK OLMALI!
Osmanlının meşhur hat ustalarından Hafız Osman, Sultan 2. Mustafa'nın hat hocası idi. Hafız Osman hat meşk ederken, Sultan Mustafa da büyük bir saygı içinde hocasının hokkasını tutardı.  Bir gün yazılan hattın güzelliği karşısında çok duygulanan padişah: - Artık bir Hafız Osman daha yetişmez, der. Büyük hattat Hafız Osman şu veciz cevabı verir: - Efendimiz gibi hocasının hokkasını padişahlar bulundukça, daha çok Hafız Osman'lar yetişir.
 Devlet tarafından sanata destek ve sanatçıya saygı oldukça, nice büyük sanat erbabının yetişeceğinden, kimse kuşku duymamalıdır.

EĞİTİM NEDİR?
Amerika'daki Wiscansın Üniversitesi dekanlarından Dr. L. H. Adolfson, eğitimin insan hayatındaki yerini ve önemini şöyle bir öyküyle anlatmıştır: - Eski zamanlarda, 3 atlı bir çölden geçiyordu. Kurumuş bir nehir yatağından geçerken, gaipten bir ses duydular: "Durunuz!" diyordu o ses. Hemen atlarını durdurdular. Ses daha sonra atlarından inmelerini söyledi:  "Yerden bir avuç taş alarak ceplerinize doldurunuz ve yolunuza devam ediniz. Yarın güneş doğduğunda hem memnun olacaksınız, hem de üzüleceksiniz" diye de sözlerine ekledi. Atlılar, denileni yapıp yollarına devam ettiler. Ertesi sabah güneş yükselirken, ellerini ceplerine sokan 3 atlı, harika bir olayla karşılaştılar. Taşlar; elmas, pırlanta, inci ve diğer kıymetli cevherlere dönüşmüştü. Bu durumdan gerçekten büyük bir sevinç duyuyorlardı.  Çünkü sesin emrini yerine getirip taşları ceplerine doldurmuşlar, böylece şimdi sahip oldukları mücevherlere kavuşmuşlardı. Bir yandan da üzülüyorlardı. Çünkü yanlarına daha fazla taş almamışlardı. işte eğitimin insan hayatındaki yeri ve önemi bu öyküdeki gibidir. insan aldığı eğitim nispetinde hayatta başarı elde edebilir. Elindeki çakıl taşlarını kıymetli cevherlere dönüştürebilir.

İNSAN NE ZAMAN İHTİYARLAR?
William Gladstone, 70'inden sonra yeni bir dil öğrenmeye başlamıştı.  Kendisine:  - Kaçıncı yaş ihtiyarlık yaşıdır? diye sorulduğunda da şu cevabı vermişti:  - Akli melekelerimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.

BİLDİKLERİMİZ HİÇBİR ŞEY...
Astronom Laplace, 78 yaşında öldüğünde, halâ işinin başında idi. Son sözü de şu olmuştu:  - Bildiklerimiz hiçbir şey, bilmediklerimiz muazzam...

70 YAŞINDAN SONRA DİL ÖĞRENDİ
İngiliz dilindeki ilk Lügat kitabının yazarı, Samuel Johnson, 75 yaşında ölmüştü. Ölümünden birkaç yıl önce, Hollanda dilini öğrenmeye başlamıştı. Yine aynı yıllara, eski Romalı şair Vîrgil'den 800 mısrayı ezbere söyleyecek kadar hafızası yerindeydi. Hayatının sonunda kendisini konuşamaz hale getiren felce rağmen, zihni melekelerinin çalışıp çalışmadığını kontrol için, Latince bir dua yazmıştı.

YAPTIĞI İŞE KENDİNİ VERMEK
Leonardo da Vinci, ünlü eseri "Son Yemek" tablosunu 10 yılda tamamlamıştı. Kendisini öylesine önündeki işe veriyordu ki, günlerce yemek yemesini bile unutuyordu.

POSTACI KAPIYI 2 KERE ÇALAR
James M. Cain'in, "Postacı Kapıyı Her Zaman 2 Kere Çalar" adlı romanı, 1934'te ilk basıldığında, çok büyük ilgi toplamıştı. Roman, posta servisi hakkında değildir. Bir aşk ve macera romanı idi. Cain kitabına, böylesine konu ile ilgisi olmayan bir ismi vermesinin sebebini, kitabının basılmadan önce defalarca  reddedilmesine ve postacının bu red mektuplarını getirdiği her seferinde kapıyı 2 defa çalmasına bağlamıştı. Demek ki, başarısızlık insanı yıldırmamalı; bilakis azim ve gayretine hız katmalı.

ÜÇ "Y" DEN KURTULMAK
Bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan Hasan Ali Yücel, Hürriyete Doğru adlı kitabında, bir İngiliz dostunun kendisine, Türkiyenin şu üç "Y" den kurtulduğu vakit düzlüğe çıkacağını söylediğini yazmaktadır. O üç "Y" ise şunlardır: - Yok - Yavaş, yavaş. - Yarın gel... Görüldüğü gibi her 3 "Y" de, tembelliğin, gayretsizliğin, ümitsizliğin ifadesidir.

ÖLÜMÜNDEN SONRA BAŞARI KAZANAN RESSAM 
- Ünlü ressam Van Gogh, hayatı boyunca resmi defalarca reddedilen sanatkârlar arasında yer aldı. Bugün bir tablosu yüz milyonlarca dolara satılan bu Hollandalı ressam, yaşarken sadece Kırmızı Asma adlı bir tablosunu 1890'da 400 frank'a satabilmiştir.

BAŞARININ İLHAM MELEĞİ
Ünlü ressam Salvador Dali'ye hayranları, iyi resim yapma teknikleri hakkında sorular yönelttikleri zaman, şu cevabı vermişti: - Büyük bir ressam olmak için, fırçayı tuvale dokundurduğunuz zaman, bir ilham meleğinin de bileğinize dokunması gerekir. Hayranları bu cevap üzerine: - Peki ama, ilham meleğini yanınıza nasıl getireceksiniz? diye sordular. Ünlü ressam, tebessüm ederek: - Bu, ancak büyük ressamların bildikleri bir sırdır, dedi.
 
NEME LAZIM DERSENİZ SIRA SİZE DE GELEBİLİR Nazi Almanya'sında yaşamış bir Proteston papaz, hatıra defterinde şu satırlara yer vermiştir: - Önce Yahudileri götürdü Naziler. Ben, aldırmadım, neme lâzım dedim. Çünkü Yahudi değildim. Sonra Katolikleri götürdüler. Ona da aldırmadım.  -Çünkü Katolik de değildim. Ve bir gün Protestanları götürdüler. İçlerinde ben de vardım. Çevreme yardım eden birini bulmak ümidiyle baktım.  Ama ne yazık ki, bana yardım edecek hiç kimse kalmamıştı.
İnsanlar temel hak ve hürriyetlerinin korunmasında duyarlı ve birbirlerine yardımcı olmazlar, "neme lâzım" düşüncesiyle hareket ederlerse; bir gün sıranın kendilerine de geleceğini asla unutmamalıdırlar.

OLUMSUZLARI OLUMLU KARŞILAMA SANATI
Bir genç, bir gönül ehline: - Hakarete uğradım. Ve bana hakaret eden adamın evine giderek haddini bildireceğim, demisti. - Kendi evine gitsen daha iyi olur, dedi gönül adamı. - Evine git demekle ne demek istiyorsunuz? O bana hakaret etti, adımı lekeledi ve ben bunu temizleyeceğim. - Ben de bunu demek istiyorum dedi gönül adamı. Herkes bilir ki, çamur kuruduğu zaman çok daha kolaylıkla temizlenir.
 
İnsan nefsi itibarıyla maruz kaldığı bazı hakaretleri, haksızlıkları sabırlı, soğuk kanlılıkla,  öfkelenmeden, hissiyatına kapılmadan karşılayabilmelidir. Bu hal onun olgunluğunun bir göstergesidir.

DEMİRE Mİ SECDE EDİYORSUNUZ?
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un kuşatılması sırasında, düşmanın attığı top mermisi yüzünden askerin yüzü koyun yere kapandıklarını görür. Gür sesiyle, ordusuna şöyle seslenir: - Demir parçalarına mı secde ediyorsunuz?  Bu sesi duyanlar, derhal ayağa kalkarak, bütün güçleriyle hücuma başlarlar.
Lider kişi, emri altındaki insanları yerinde ve zamanında motive etmesini iyi bilendir.  Yerinde bir motive, başarının kapısını açan bir anahtar olur.

DÜŞMAN KURŞUNU NE ZAMAN ÖLDÜRÜR?
Plevne Harbi devam ediyordu. Gazi Osman Paşa kumandanlarını etrafına toplamış talimat veriyordu. Birdenbire yanlarına bir top mermisi düşerek ortalığı toz dumana kattı. Bütün subaylar yere kapandılar. Biraz sonra yerden kalktıklarında Osman Paşanın heyecansız bir tavırla olduğu yerde durduğunu gördüler. Bir subay, hayretle:

NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
- Paşam mermi yanınızda patladı, korkmadın mı? dedi. Paşa sakin bir tavırla cevap verdi: - Cenab-ı Hak, her merminin taneleri üzerine, gazada bulunanların teker teker adlarını yazmıştır.  Kimin zamanı gelirse, o mermi onu öldürür.
Görüyorsunuz bu mermi parçalarının hiç birinde bizim adımız yokmuş. Hepimiz sağ kaldık.  Bunun için düşman kurşunundan korkmaya gerek yoktur.

TAŞ KAFA - BOŞ KAFA - HOŞ KAFA
Harun Reşidin meczup mürşidi Behlül-ü Dana, bir gün pazara 3 tane kuru kafa getirerek satmaya başlamış. - Kaça satıyorsun? diye soranlara da: - Biri bir paraya, biri on paraya, biri de ağırlığınca paraya, demiş. - Ey Behlül! Bu fiyat farkları neden? diye soranlara şu açıklamayı yapmış: - Birincisi, taş kafadır; en ucuzudur. Çünkü hiç öğüt dinlemez. İkincisi, boş kafadır; öğüt dinler, ama tutmaz. Üçüncüsü ise, hoş kafadır. Hem dinler, onunla amel eder. Hem de başkasına öğretir. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum.

FARE YÜREĞİ
Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe ve üzüntü içinde yaşayan bir fare vardır.  Sihirbazın biri ona acır ve bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olur olmaz, bu sefer de köpekten korkmaya başlar. Sihirbaz onu bir kaplana dönüştürür.  Fakat bu durumda da avcıdan korkmaya başlar. Sihirbaz bakar ki, onun korkusunu yenmeye imkân yok. - Tekrar fareye dön, der. Sende sadece bir farenin yüreği var. Bu sebeple ben sana yardım edemem.
Kendine güveni olmayan, azim ve cesareti bulunmayan kimseye, dıştan yapılacak yardımın hiç bir faydası olmaz.

ADIM SATILIK DEĞİL
Amerikan iç savaşından sonra, büyük bir sigorta şirketi, Güneylilerin mağlup ama, kuzeylilerin de saygı ve hayranlığını  elde etmiş Generali Robert E. Lee'ye, şirketin genel müdürlüğünü teklif etmişti.  Kendisine senede 50.000 dolar maaş vereceklerdi. General Lee, şirkete, bu kadar yüksek bir maaşı hakedecek derecede hizmeti dokunamacağını söyledi. Şirket yetkileri, - Biz sizin şirketimize yapacağınız hizmet üzerinde durmuyoruz, sadece adınızı ve şöhretinizi kullanmak istiyoruz,  bu bizim için yeterli dediler. General Lee, sakin, fakat keskin bir sesle şu karşılığı verdi: - Emeğimi ve çalışmamı satın alabilirsiniz, ama adım satılık değildir. Ve senede 1500 dolarla küçük bir kolejin müdürlüğünü kabul etti.

YÜZDE YÜZ KAPASİTE YETMEZ
Müzikte çağın en büyük tenoru Enrico Caruso, sahneye çıkmadan önce son derece heyecanlanır, adeta tiril tiril titrerdi. Bir keresinde, New York Metropoliten operasında, Verdi'nin maskeli balo'su oynanıyordu Caruso'yu gerginlik içinde titrerken gören mesleğe yeni başlamış bir bayan, hayretle sordu: - Bay Caruso, niye bu kadar heyecanlısınız? Caruso, tam bir ciddiyet içinde şu cevabı verdi: Diğer müzisyenler yeteneklerinin yüzde yüz kullansalar bile, ben yüzde yüz ellisini kullanmalıyım. İnsan, kabiliyetlerini tam kapasite kullanmakla yetinmemeli; kendini kendini aşmaya zorlamalıdır. Çünkü kalıcı başarılar, ölümsüz eserler, hep kendini aşabilen yüksek performans gösterenlerin ürünleridir.

GERÇEK YARDIM İNSANA BECERİ KAZANDIRMAKTIR 
Amerikalı filozof ve eğitimci John Dewey, bir gün, küçük oğlu ile ayak bileklerine kadar gömüldükleri çamurlu bir suyun içinde bulunuyordu. Kendisini bu halde gören bir arkadaşı: - John, dedi. Çocuğu sudan çıkar, yoksa soğuk alacak. Eğitimci Dewey, - Biliyorum, biliyorum, karşılığını verdi. Ama, onu bu çamurlu sudan benim çıkarmamın, ona bir faydası olmayacak.  Kendisine bu çamurlu sudan çıkmayı istetmek için, yapmam gerektiğini düşünüyorum. İnsana, bir işte bir beceri kazandırmak; akıl zekasını kullanmasını sağlamak, çok kere ona yapılacak fiili bir yardımdan  daha faydalı ve eğiticidir. Böylelikle ona, yardımsız kaldığında, kendi kendine yardım etmenin yolunu öğretmiş olursunuz.
 
ÜZÜNTÜYÜ NASIL YENDİ? Kanadalı ünlü Doktor William Osler, Montreal'de tıp fakültesine devam ettiği yıllarda, derslerinde başarılı olamayacağını   iyi bir doktor çıkamayacağını düşünüp üzülüyordu. Doktor oldu, aynı üzüntü ve endişeler kendisinde devam etti. Fakat bir gün, ünlü İngiliz tarihçisi Thomas Carlyle'den okuduğu bir cümle, onun tüm hayatını değiştirir.  Öldüğü 1919 yılına kadar, tüm dünyanın adını saygı ile andığı bir doktor olmasını sağladı. William Osler'in hayatını değiştiren o cümle şu idi: - Bizim hayattaki en önemli işimiz; belli belirsiz, puslu şekilde uzaklarda bulunan şeyleri görmeye çalışmak değil; 
gözümüzün önünde apaçık halde duran şey için ne yapacağımıza karar vermektir.

AKLINI KULLANAN KAZANDI
Yaşlı tüccar emekliye ayrılıyordu. İşini 2 oğlundan hangisine bırakacağına, onları tecrübe ederek karar vermek istedi. Bu sebeple her ikisine de aynı miktarda çok az bir para verdi ve: Bu para ile evi dolduracak herhangi bir şey alınız, dedi. Büyük çocuk, hemen pazara gitti. Elinde az para ile çok miktarda alınabilecek şeyin ancak saman olduğunu düşündü.  Samanları alıp getirdi, ama evin her tarafını onunla kaplamak mümkün olmadığını gördü. Küçük çocuk, babasının akıl ve zeka ile yerine getirilebilecek bir iş verdiğini düşündü.  Elindeki para ile, yeterli sayıda mum satın aldı. Onları eve götürüp tüm odalara koydu. Geceleyin mumları yaktı.  Mumların ışığı bütün evi aydınlatmıştı. Baba, işi küçük oğluna bırakmaya karar verdi. Çünkü o, aklını kullanmayı başarmıştı.

HİZMET AŞKININ BÖYLESİ...
19 Mayıs 1870 tarihinde, Amerika'nın Hartford şehrinde, adeta küçük bir kıyamet nümünesi yaşanmıştı. Masmavi gökyüzü, öğle üzeri birdenbire kararmaya başlamış, adeta gündüz geceye dönmüştü. Halk "kıyamet mi kopuyor?" telaşına düşmüştü. O sırada Eyaletin temsilciler meclisi toplantı halinde idi.  Milletvekilleri, bu durum karşısında toplantının derhal ertelenmesini istediler. Meclis başkanı albay Davenport dedi ki:  - Kıyamet günü ya yaklaşıyor veya yaklaşmıyor. Eğer yaklaşmıyorsa, toplantıyı ertelemeye bir sebep yoktur. Eğer yaklaşıyorsa, ben sonuna kadar görevimin ve hizmetimin başında bulunmak isterim. Öyleyse, derhal mumların getirilerek yakılmasını ve toplantıya devam edilmesini teklif ediyorum. Neticede toplantıya, ertelemeksizin devam edildi.

ELEŞTİRİLER BAŞARIYA ENGEL OLMAMALI
Genç bir müzisyen, Finlandiya'nın milli kompozitörü Sibelius'a, müzik eleştirmenlerinin kendisini nasıl acımasızca  tenkit ettiklerinden dert yanıyordu. Zamanında o acımasız eleştirilerden çokça nasibini almış olan Sibelius, genç müzisyene şu teselli cümlesini söyledi: - Ben senin yerinde olsam, zerrece üzülmem ve aldırış etmem. Unutma ki, dünyanın hiç bir yerinde, hiçbir eleştirmen için herhangi bir heykel dikilmemiştir.
Kişi, eleştirileri kendini yetiştirmek, hatalarını gidermek için bir basamak yapmalı; ümitsizliğe yılgınlığa düşmemelidir.

YETERLİ İLGİ OLSAYDI!
Amerika'da elektrik sandalyesinde öldürülmesine hükmedilmiş suçlu adama, söyleyecek son bir sözünün olup olmadığı sorulmuştu. Ölüm mahkumu adam, çevresindeki gazetecilere, fotoğrafçılara, hapishane görevlilerine baktıktan sonra,  acı bir sesle şöyle dedi: - Eğer çocukluğumda bana bu derece ilgi gösterilmiş olunsaydı, bugün bu mahkum sandalyesinde olmazdım.

SAHİBİ OLDUĞUMUZ NİMETLERİN FARKINDA MIYIZ?
Bir dağ evinde oturan bir çocuk, vadinin öte tarafındaki bir evi çok merak ediyordu. Çünkü evin pencereleri, her akşam altın renginde parlıyordu.  Bunun bir altın parıltısı olduğuna inanan çocuk, vadinin ötesindeki o eve gitmeye karar verdi. Yol uzun ve meşakkatli olduğundan, akşam olunca uyuyakaldı. Ertesi sabah erkenden eve vardı. Fakat ne görsün, ev alelâde bir evdi. Pencereleri uzaktan sandığı gibi altından değildi. Ve parlamıyordu. Hayal kırıklığı içinde, kendi evine dönmeye hazırlanırken, birden bire hayretle durdu.  Şimdi vadinin öte yanında, pencereleri altından yapılmış gibi, kendi evinin parladığım görmüştü.

MÜZMİN ŞİKAYETÇİ
Yaşlı bir köylü, her şeyden şikayet ediyordu. Hiçbir şey, onu memnun etmiyordu.  Bir yıl, köylünün bahçesine elma ağaçlarının gayet meyve verdiğini gören komşusu, onu ziyaret etti. - Bu yıl, artık mutlu olmalısın. Çünkü elma ağaçlarının çok iyi ve bol meyve verdiğini görüyorum, dedi. Yaşlı köylü cevap verdi: - Pek fena değil, ama bu yıl, hayvanlara; yem olarak verdiğim çürük elmalar yok. Karamsar insanlar, olayların hep kötü tarafına bakar, kendine şikayet edecek bir konu bulur.

İLGİ OLMAYINCA BOŞ VERMİŞ 
Adamın birinin muhteşem bir bahçesi vardı. Çiçeklerin her türlüsünün bulunduğu bu bahçe, ülkenin bir yanında ünlenmişti. Bahçıvan da, bahçeye gözü gibi bakardı. Bir gün ev sahibi uzun bir iş gezisine çıktı. Aylar sonra döndüğünde o dillere destan bahçenin harabeye döndüğünü gördü. Bu duruma bir anlam veremeyen bahçe sahibi derhal bahçıvanı çağırttı. Bu ne haldir, bu bahçeye ne oldu böyle, diye sordu. Bahçıvan, boynunu bükerek şu cevabı verdi:  - Beyefendi, siz buradayken, her gün bahçeyi dolanır, yaptıklarımın çok güzel olduğunu söylerdiniz.  Yokluğunuzda baktım ki, bu güzelliklerle ilgilenen, takdir eden hiç kimse yok. Ben de boş verdim.
YA DÜZELT, YA ÇEKİL!
file://C:UsersHÜSEYİN CAHİT YIDIZAppDataLocalTemp~hhBC30.htm
04.11.2009
NİYE VAZGEÇMİYORMUŞ
Sayfa 17 / 27
Saffet paşanın sadrazamlığı sırasında, bir meclis görüşmesine davet edilen Tunuslu Hayrettin Paşa, müzakereleri sonuna kadar dinlemiş ve hiç konuşmamış. Niye hiç söz almadığını soranlara da, şu düşündürücü cevabı vermiş: - Dinlediğim sözlere bakılırsa, hükümeti sanki başkası idare ediyormuş, biz de onları tenkit ediyormuşuz gibi geldi bana.  Onun için sustum. Bence bu heyet, ya bu eğri işleri düzeltmeli veya işten çekilmelidir.
BİLGİ KUYUSUNA DALMAK
 
Amerika Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln, bir kabine toplantısındaydı. Devrin tanınmış bir ilim adamından bahsedilirken, kabine üyelerinden biri onu öve öve bitiremez şekilde anlatmaya başladı.  Ve şöyle bir cümle de kullandı: Bizim neslimiz arasında, bilgi kuyusuna onun kadar derin dalmış kimse yoktur!  Bilgisinden başkalarını yararlandırmak konusunda hiçbir gayreti olmayan bu ilim adamını, Lincoln hiç sevmezdi. Bu sebeple bu söze övgülü şu ilaveyi yaptı:  - Ve onun kadar da kupkuru çıkan. Bilgi hayata geçirilmedikçe, yaşanıp yaşatılmadıkça; kuru bir iddiadan gurur ve üstünlük vesilesi yapılmaktan öteye bir anlam ifade etmez.

FARELİ GARAJ
Amerikanın Kansas City kentinde, bir gazetenin editörü, bazı resimlerini kendine gösteren genci reddetmekle kalmamış; onda zerre kadar bile resim kabiliyetinin olmadığını söylemişti. Kendi kabiliyetine son derece güvenen genç ise yılmadan başka kapıları da çalmış, fakat hepsinden de geri çevrilmişti. Nihayet bir gün, bir firmada bir iş buldu. Firmanın satmak istediği malzemelerin resimlerini çizecekti. Genç adam, farelerin cirit attığı bir garaj kiralayarak, çalışmalarına başladı. Çalışma hayatına bir fareli garajda başlayan bu genç, ünlü Walt Disney'di.  Sadece kendisi değil, ilhamını garajdaki farelerden aldığı "Miki Fare" adlı çizgi kahramanı da, daha sonra büyük bir  şöhrete kavuşacaktı.

FİZİKİ EKSİKLİKLERİNİ DERT ETMEDEN ÇALIŞ! 
Kör ve sağır olmasına rağmen, Bayan Helen Keller bir gün ünlü bir yazar ve hatip olmuştu. Hayatı acı ve ızdıraplar iç de geçmesine rağmen o yılmadan çalışmıştı. Hatta Redcliffe Kolejini en üstün derece ile bitirmişti. Bayan Keller, derin bir mizah kabiliyetine de sahipti. Bir gün Harvard Üniversitesinde gençlere hitabına şu sözlerle başlamıştı: - Siz gençler, benden çok daha talihli insanlarsınız. Zira bendeki bir eksiklik hiçbirinizde yok. Harvardlı gençler, hatip kadının körlük ve sağırlığını kastettiğini sanarak son derece üzülmüşlerdi ki,  Bayan Keller sözlerine şu cümle ile devam etmişti: - Çünkü benim dişlerim takma.  Ve gençler, Bayan Keller'i çılgınca alkışlamışlardı.

KİMSE HER ŞEYİ BEN BİLİRİM DİYEMEZ 
Gencin biri, bir gün ünlü bilgin Şa'bi'nin yanında bir şey söyledi.  
Şa'bi: - Bunu hiç duymadım, diyerek söylenen şeyi şüpheyle karşılayınca genç ile aralarında şu konuşma geçti: - Ey Şa'bi, sen ilmin tamamını okudun mu? - Hayır! okumadım. - Peki öyleyse, yarısını okudun mu? - Hayır, yarısını da okumadım. - İşte benim söylediğim, ilmin senin okumadığın yarısı içindedir.  Bu nüktede, her şeyi ben bilirim havası ve iddiası içinde olanlara güzel bir cevap vardır.  

SANATTAN ANLAMAK
Picasso'nun sergisinde, bir kadın, tablolardan birini ünlü ressama göstererek: - Ben bu resimden hiçbir şey anlamadım, demiş. Picasso kadına sormuş: - Siz Çince biliyor musunuz madam? - Hayır. - Ama Çinceyi bir buçuk milyar insan konuşuyor ve anlıyor.
Demek ki, sanattan anlamak için, belli bir bilgi ve kültür birikimi gereklidir.

ZEKÎ ASKER
Prens Bismark, bir gün harpte kahramanlık gösteren bir askere madalya takarken sorar: - Asker! Yüz altın mı istersin, yoksa bu madalyayı mı? Asker sorar: - Madalyanın kıymeti nedir?  Bismark cevap verir: - Maddi değeri ancak 3 altın eder.
Zeki asker, tercihini şu şekilde yapar: - Öyleyse 97 altınla, bu madalyayı isterim.

ÖNYARGILI OLMAYIN!
Yeni Müslüman olmuş, Türkçe de bilen bir Alman, tatil için Türkiye'ye gelir. Kendisi dini bilgiler yanı sıra Kura'n okumayı da öğrenmiştir. Döviz bozdurmak için bir bankadan içeri girdiğinde, gişedeki görevli hanımın, arkadaşına: - Bir gavur daha geldi, diye seslendiğini!duyar. Derhal, yanında taşıdığı Kuran'ı cebinden çıkarır. İçini açar ve kadının önüne uzatıp nazikçe: - Hanımefendi, Müslümanların inandığı bu kutsal kitabı okumayı biliyor musunuz? diye sorar. Kur'an okumayı bilmeyen kadın, adeta yerin dibine geçerek, hayır, der. Bunun üzerine Müslüman Alman, önyargılı kadına: - Şimdi söyler misiniz, asıl kim gavur; ben mi, siz mi? Bu olay, önyargılı olmanın insanı ne büyük yanlışlık ve hatalara düşürebileceğine güzel bir misaldir.

TOPLUMU YIKAN ZİHNİYET NEDİR?
Kanuni Sultan Süleyman, süt kardeşi Yahya Efendi'ye bir pusula göndermiş, ondan Osmanlı Devletinin inkırazına,  yıkılmasına yol açacak sebeplerin ne olduğunu sormuştu. Yahya Efendi, padişahtan gelen bu pusulayı okuduktan sonra, aynı kağıdın arkasına: - Neme gerek kardeşim, sözünü yazmış, geri göndermişti. Kanuni, bu cevaba çok bozulmuştu. İlk fırsatta Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergahına gelerek: - Aşk olsun ağabey! Sana çok kritik bir konuyu sordum, cevap bile vermedin! şeklinde sitemde bulunmuştu. Yahya Efendi soruya cevap verdiğini söyleyince, Kanuni: - Pusulanın arkasına, "neme gerek" diye yazıp yollamışsın. Herhangi bir cevap yoktu kağıtta... demişti. Yahya Efendi şu açıklamayı yapmıştı: - Aradığın cevap oydu işte sultanım. Devletin inkıraz sebebini soruyordun.  Bir devlette millette: "neme lâzım", "neme gerek" düşüncesi başlar ve çoğalırsa, o memleket ve devlet inkıraza başlar.
UŞAK OLMA Osman Yüksel Serdengeçti, Mecliste karşılaştığı bir milletvekiline nereli olduğunu sormuş. Milletvekili de:  - Uşaklıyım, cevabını vermiş. Osman Yüksel Serdengeçti, şu ikazı yapmaktan kendini alamamış: - Haa, iyi iyi. Uşaklı ol da, sakın uşak olma!
DOSTUN BÖYLESİ... Bir toplantıda, bir maneviyat ehlinin yüzüne sinekler konuyor, o da onları hiç kovalamıyordu. Yanındakiler: — Bu nasıl iş, sinekler seni rahatsız etmiyor mu, onları niçin kovalamıyorsun? diye sordular. Gönül ehli zat şu cevabı verdi:  - Niçin kovayım? Benim suratımdan kalkacaklar, gidip dostlarımın yüzüne konarak onları rahatsız edecekler.  Halbuki, ben, dostlarımı kendinden daha çok seviyorum.
 
Bu olaydan sonra garip bir şey oldu. O gönül ehlinin yüzüne sinekler bir daha hiç konmadılar.
 
 
GEMİYİ DURDURAMAZLAR
 
Amerika'da Robert Fulton'un Clarmend adındaki ilk buharlı gemisi, Hudson Nehrinde ilk seferine hazırlanıyordu. Nehrin 2 yakasında, bu tarihi olayı görmek için, on binlerce insan toplanmıştı. Seyircilerden biri karamsar, yaşlı bir çiftçiydi. - Gemiyi yürütmeyi asla başaramayacaklar, diyordu. Fakat, gemi çalıştı, hızı da gittikçe arttı. Hızı arttıkça, geminin bacasından çıkan duman koyulaştı. Nehrin 2 yakasındaki halk, bu büyük başarıyı çılgınca alkışladılar. Karamsar, yaşlı çiftçi ise gördüklerine inanmazcasına, başını iki yana sallayarak: - Ama, gemiyi asla durduramazlar, diyordu.
 
Hayata karamsar bakanlar, olayların hiçbir müspet yönünü göremezler. Hep olumsuz cihetten değerlendirirler.
 
BİR FERASET ÖRNEĞİ Adamın biri, bir gece, elinde fener, omzunda kova ile bir âmâ'ya rast gelir.  Bilge bir kimse olan âmâ, yakınlardaki bir ırmağa varıp kovayı doldurmuş geri dönmektedir. Kendisine: - Sen âmâ (gözleri görmeyen) bir adamsın. Geçe ile gündüz senin için birdir. Niçin fener taşıyorsun?
 
Âmânın cevabı, ince bir feraset örneğidir:  — Ey boş kafalı adam! Feneri senin gibi kalbi amâ (kör) olanların karanlıkta bana çarpıp da su kabımı kırmamaları  için taşıyorum...
 
HADDİNİ BİLMEK
Genç bir Amerikalı kız, Beethoven'in yaşadığı evi ziyaret etmiş, bu büyük sanatkârın piyanosu başına geçerek onun bir eserini gururla çalmaya başlamıştı. Bitirdikten sonra, kendisine sert gözlerle bakan bekçiye: - Tahmin ederim, çok sayıda büyük insan burayı ziyaret etmiştir, dedi. - Evet, dedi bekçi. Ünlü müzisyen Pederewski, geçen hafta burada idi. Kız sordu: - Ve Beethoven'in piyanosunda çaldı değil mi? - Hayır çalmadı, cevabını verdi yaşlı bekçi. Ve sözlerine şu cümleyi ekledi: - Çünkü kendisini Beethoven'in piyanosunda çalmaya lâyık görmedi.

SEVİYESİZ İNSANIN SEVİYESİNE İNİLMEZ
Neyzen Tevfik'e bir gün, sarhoşun biri ensesine bir tokat atmış.  Neyzen Tevfik'ten hiçbir karşılık gelmemiş. Dostları Neyzen'e sitemli şekilde takılmışlar: - Tokadı yediğinle kaldın; ne sesin çıktı, ne de herhangi bir karşılık verdin. Neyzen gülmüş: - Ne yapayım yani. Sana bir eşek çifte atsa, sen ne yapardın?

ADALETLİ PAYLAŞIM
Güngörmüş, yaşlı ve tecrübeli bir adamdan, iki kardeş arasında, babalarından kalan bir malı ve mülkü adilane şekilde  paylaştırmasını istemişlerdi.  Yaşlı adam şu formülü tavsiye etti: - Kardeşlerden biri mirasa konu olan malı ve mülkü ikiye ayırsın. Öteki kardeşe de seçme hakkı verilsin. Gerçekten de akıllıca bir öneri değil mi?

KUSUR GİDERMEDE İNCELİK
Halife Mütevekkil'in sakalında rahatsız edici bir şey gören Feth bin Hakan, onu ne eliyle aldı, ne de Halifeyi uyardı.  Sadece hizmetçiye: - Mü'minlerinin emirinin aynasını getir! dedi.

FİKİR ALIŞVERİŞİ
Yaşlı ve akıllı bir adam, genç birine şöyle diyordu: - Biz insanlar, eşya alışverişi yaptığımız zaman, herbirimiz biraz zenginleştiğimiz kadar biraz da fakirleşiriz.  Fakat fikir alışverişi yapıldığı zaman, herkesin sermayesi iki misli artar.

EŞYA DEĞİL İNSANA DEĞER BİÇ!
Kethüdazâde Mehmet Arif Efendi, bir gün Kasımpaşa Mevlevi hanesine gitmiş. Elinde de Frenklerin kullandığı cinsten kısa baston varmış. Bastonu bir köşeye dayayarak sohbete başlamışlar. O sırada dışardan içeri giren biri, kısa bastonu görünce: - Bu Frenk değneği kimindir? diye sormuş. Kethüdazâde gülmüş: - Eşya onu taşıyana göre değişir. O Frank bastonu, benim elinde Müslüman oldu. Siz değneklere değil, onları kullanan insanlara değer biçin!
 
CÖMERTLİK KİBİRSİZ OLMALI
Bir cömerde sordular: - Muhtaçlara verdiğin, yoksullara dağıttığın şeylerden! dolayı, gönlüne bir kibir, fakirler üzerine bir minneti yükleme  duygusu gelmiyor mu? Cömert cevap verdi: - Hayır, ne münasebet! Ben bir şey verirken, kendimi aşçının elinde ki kepçe gibi farzediyorum. Veren aşçıdır, ama yemek kepçeden geçiyor. Kepçe, "yemeği yapan benim" diyebilir mi? 
 
GÜZELLİĞİN SIRRI
Gayet güzel, fakat yaşlıca ve dindar bir kadına, böyle güzel kalmak için ne gibi güzellik malzemeleri kullandığını  sormuşlardı. Kadın şu cevabı vermişti: - Dudaklarım için hakikat, Sesimin güzelliği için dua, Gözlerim için merhamet, Ellerim için cömertlik, Vücudum için dürüstlük, Kalbim için sevgi ve şefkat parfümlerini kullanırım. Bu gibi malzemeleri satın almak için paraya ihtiyaç yoktur. Onları her kullanışta miktarları daha da çoğalır.

SAYGIDAN DEĞİL, KİRLENMEMEK İÇİN
Bir mecliste İkinci Dünya Savaşının fırsatçı kaçakçı zenginlerinden bahsedilirken, birisi için şöyle denilmişti: - Adam öyle bir servet topladı, öyle bir kazanç sağladı ki, demeyin gitsin.  Nereye adım atsa, insanlar derhal kenara çekiliyor. Aynı mecliste bulunan Neyzen Tevfik, bu değerlendirmeye hemen yorumunu kattı: - insanların derhal kenara çekilmesi, kirlenmemek içindir.

3 TÜRLÜ YALAN
İstatistiklerin istenen sonucu verecek şekilde düzenlenebildiğini bilen Ziyad Ebuzziya Bey,  bu konu ile ilgili şu yorumu yapardı: - Dünya'da 3 türlü yalan vardır: Sıradan yalan, Kuyruklu yalan, ve istatistik.

NEDEN İSİM VERMİYORMUŞ?
Bir gün Şair Eşrefe sormuşlar: - Üstad, isim vermediğiniz için kimi hicvettiğinizi anlayamıyoruz. Neden isim vermiyorsunuz? Şair Eşref cevap vermiş: - Niçin olacak? Hicivlerim numarasız gözlük gibi, bütün alçaklara uysun, diye.

ÇOCUK EĞİTİMİ, DOĞUMLA BAŞLAR
Tanınmış bir eğitimci olan Francis W. Parker'e bir kadın sordu: - Çocuğumun eğitimine ne zaman başlayabilirim? Eğitimci: - Çocuğunuz ne zaman doğacak? dedi. - Doğacak mı? Çocuğum şimdi beş yaşında. Eğitimci: - Aman hanım, dedi. Burada benimle konuşarak durmayın. Hemen evinize gidip eğitime başlayın. Çocuğunuzun eğitimindeki en iyi beş yılını kaybettiniz.

BİLGİLİ, AMA HAYAT ADAMI DEĞİL...
 İngiliz filozoflarından Richard Bentley, çok çekingen biriydi. Fransa'da iken bir prensesin davetine çağrılmıştı. Davetliler, kendisine çok sıcak ilgi gösterdikleri halde, o köşesinde somurtkan bir halde duruyordu. Meclistekilerden biri, Prensese sordu: - Bu orijinal yabancı da kim? Prensesin cevabı şöyleydi: - O öyle bir bilgindir ki, bütün dünya dillerinde iskemleye ne denildiğini bilir, ama iskemlenin üstünde nasıl oturulacağını bilmez.

BAŞARI İNSANI ŞIMARTMAMALI
Ünlü aktör Kirk Douglas, çok beğenilen 5 filimde yer alan oğlu Michael Douglas'a gönderdiği mektupta şöyle demişti:  - Michael, ulaştığın başarılardan daha çok, başarıların karşısındaki alçakgönüllü tutum ve davranışlarınla iftihar ediyorum.

ÖNEMLİ OLAN KAFANIN İÇİ
Sultan 3. Selim zamanında, doğruluğuyla tanınmış fakir bir âlimi, kadı tayin etmek isterler.  Kadının ayağındaki kunduralar pek eski ve yamalı olduğu görülür. Bazı devlet adamlarının: - Böyle ayağına giyecek bir ayakkabısı bile olamayan kişi kadı yapılır mı? diye itiraz ettiklerini duyan Kadı namzedi,  onlara şu cevabı gönderir: - Kendilerine söyleyin, biz hükümlerimizi ayaklarımızla değil, kafamızla veririz.
Evet, asıl önemli olan kafanın içidir, insanın bilgisi, becerisi, gayreti, akıl ve zekasıdır.

BANA, GELECEĞİNE KENDİNE GEL!
Mahmud Kemal İnal Bey'in kitaplarında yer almaya can atan biri, her gün onu takip eder dururmuş. Adamın amacı, bir şekilde Mahmud Kemal İnal Bey'in dikkatini çekmek, gözüne girmek, o günlerde hazırladığı  "Son Asır Türk Şairleri" kitabına geçmek... Adam, Mahmud Kemal Beyi gölge gibi takip ederken, bir gün,  Mahmud Kemal Bey, ona: - Efendi, demiş, görüyorum ki boyuna bana gelip gidiyorsun.  Böyle her gün bana gelip gideceğine, bir defacık olsun kendine gelsen, kendine dönsen, daha iyi edersin...  (Mahir iz Bey'den)
HER YAŞIN HAKKINI VERMEK LÂZIM!
 
Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Hoca anlatıyor: - Yıllar önce, bir gün Sultanahmet tramvay durağında rahmetli hocam Nurettin Topçu'ya rastladım. - Hocam, diyerek elini öptüm. Sevindi, gülümsedi, neşeliydi.
Ben iltifat gayretiyle: - Hocam, maşallah, yıllar sizi hiç yıpratmamış! Filan diye konuşunca, birden neşesi kaçtı, yüzü bulutlanıverdi. Ve şu açıklamayı yaptı: - Ya öyle mi?! Halbuki her yaşın hakkını vermek gerekir.  Demek ki, biz yaşımızın hakkını verememişiz! Hoca öylesine üzülmüştü ki, anlatamam.

BAZI İŞLER ACELEYE GELMEZ
İkinci Dünya Savaşının ilk yıllarında, Amerikan seferberlik Dairesi müdürü El-mer Kundsen,  işlerin gerektiği gibi hızlı yürümediğini söyleyerek kendisini tenkid edenlere şu cevabı vermişti: - Unutmayınız ki, bugün bu ülkede dünyanın en iyi hastahanelerine, en iyi anestezi uzmanlarına, en iyi çocuk doğum doktorlarına ve en iyi hastahane personeline sahibiz; ama bütün bu modern bilgilerimize ve tip alanındaki araştırmalarımıza rağmen, bir çocuğun doğması için 9 ay beklememiz gerekiyor.

SOKRAT ÖĞRENCİLERİ NASIL SEÇERDİ?
Öğrencilerinden biri Sokrat'a sordu: - Bir gün dahi olsa sizden ders alabilmek için yanınıza gelen herkese, niye bir gölcüğe bakıp ne gördüklerini soruyorsunuz?  Bu işin öğrencilikle ne ilgisi var? Sokrat, bu suale şu cevabı verdi: - Bu, bir imtihan. Havuzda balıkların yüzdüklerini söyleyen herkesi yanıma alır, ders halkama dahil ederim. Ama havuzda kendi imajlarının aynalaşmasından, kendi akislerinden başka bir şey göremeyenler, kendilerine aşık insanlardır.  Benim onlara verebileceğim bir ders olamaz.
 
ÖLENE KADAR İLİM
Meşhur kadı Ebu Yusuf, vefatı anında bayılmış, gözlerini yummuştu. Neden sonra gözlerini açtı, başında durana hemen mesele sordu. O da, şimdi mesele halletmenin zamanı değil. Biraz istirahat eyle, deyince şöyle cevap verdi: - Keşke ilimle meşgulken gelse bana gelecek olan. Ben de öylesine bir meşguliyet içinde gitsem öbür tarafa. Vakti en iyi değerlendirenlerden biri de Hammad bin Seleme idi. Tanıyanlar onu şöyle anlatmaktalar: - Şayet Azrail geldi, sana birazcık mühlet veriyor, ne yapacaksın deseler, Hammad'ın yapacak bir şeyi yoktur.  Çünkü bütün vakitlerini en kıymetli şeyle değerlendirmektedir.

SAATİ DURDURABİLİR MİSİN? T
abiin'in ileri gelenlerinden Amir'e gelen bir adam: - Gel seninle biraz sohbet edelim, demişti de şu karşılığı almıştı: - Tut güneşi gitmesin, seninle öyle sohbet edelim. Adama şaşırmış, - Neden? demişti. Amir'in cevabı da şöyle olmuştu: - Çünkü, güneş durmuyor gidiyor, böylece vakit tükeniyor. Ya vakti durdur, seninle sohbet edelim, ya da geriye çekil,  geçen saatleri iyi değerlendirelim.

SANATKÂRIN DEĞERİNİ BİLELİM
Son devrin ünlü hat ustalarından Hamid Aytaç, İstanbul'da Reşid Efendi Hanındaki bürosunda çalışırdı. Hanın girişinde, merdiven başında Mahmud adlı bir çaycı vardı. Sinirli bir çaycı olan Mahmut, bir gün Hattat Hamid'e: - Sen Hattat Hamidsen, ben de çaycı Mahmud'um! diye çıkışır. Meseleyi alevlendirmek istemeyen Hattat Hamid, Çaycı Mahmud'a şu cevabı verir: - Bak evlâdım, her handa bir çaycı Mahmud balabilirsin, ama bir Hattat Hamid bulamazsın.

ZORLUKTA RAHMET VARDIR
Amerikalı bir genç, sekropia denen bir tür güve kozalarını topluyor ve bahar gelince güvelerin kozalardan nasıl çıktıklarını hayret ve ilgi ile izliyordu. Fakat güvelerin kozalardan çıkarken çektikleri zorluk karşısında onlara acıma duygusu besliyordu. Gencin babası, bir gün böceklerden birinin, kozadan çıkmasını güçleştiren ipeğini makasla kesti. Ama çok geçmeden de böcek öldü. Bu duruma hayret eden oğluna, baba şu açıklamayı yaptı: - Böcek, kozadan çıkarken sarf ettiği aşırı gayret neticesinde, vücudunda birikmiş zehiri dışarı verir. Eğer o zehir atılmazsa böcek ölür.
ORİJİNAL OLMAK
 
Tanınmış yazarlardan Bayan Brooks, liseye devam ettiği yıllarda, saçların arkadan öne doğru taranması moda olmuştu. Bayan Brooks bunu beceremiyor, bu yüzden çok üzülüyordu. Kızını bu halde gören babası, ona dedi ki: - Kızım, saçlarını ortadan 2'ye ayır, geriye doğru tara ve bir kurdele ile bağla.  Bak göreceksin sınıftaki kızların yansı senin yaptığın gibi yapacaklar. Babasının dediği gibi yaptı Bayan Brooks.  Hafta sonunda, hemen hemen her kız, saçlarını onun yaptığı gibi taramaya başlamıştı.  Kızını memnun gören baba, ona şu öğüdü verdi: - Herkes gibi olma. Dünyada yeterince alelâdelik var zaten.
 
İNSAN, BAŞARI İÇİN ISRARLA TAKİPÇİ OLMALI!
Emevi Devlet adamlarından Ziyad, bir gün bir meclise girdi. İçerde bir kedi vardı.  Adamları, kediyi meclisten kovalamak istediğinde, Ziyad, "Kediyi kendi haline bırakın" dedi. Öğle ve ikindi namazlarını mescit de kıldıktan sonra, meclise geri döndü.  Güneş batmak zereyken, ortaya bir fare çıktı. Ve kedi, hemen fareyi yakaladı. Bu olay üzerine, Ziyad şöyle dedi: - Kim ihtiyaç sahibiyse, ihtiyacını elde etmek için, bu kedi gibi ısrarla takipçi olsun.

GÜZEL BİR MEŞGULİYET
Maneviyat büyüklerinde Süfyan-ı Sevrî ağır hasta yatıyordu. Dostları ziyarete gelirler. İçlerinden biri, Peygamberimizden bir hadis okudu. Süfyan, bu Peygamber sözünü ilgiyle dinledi. Daha önce hiç duymamıştı.  Elini yatağının altına uzatarak, oradan bir defter çıkardı. Dostunun söylediği sözü kaydetti. Ona dediler: - Sen bu son anında bile, hâlâ hadisle mi meşgulsün? Bu yazmanın sana ne faydası var ki? Süfyan-ı Sevrî, dostlarına şu düşündürücü cevabı verdi: - Bu hadis basendir (güzeldir). Eğer yaşarsam, güzel bir şeyi işittim. Şayet ölürsem, güzel bir şeyi yazdım. Her iki hal de benim lehime... Fena mı yaptım!
SAÇMA DEĞİL, SEÇME ESERLER EDİNİN!
 
Bir davada İrlandalı ünlü Avukat Oratör Curran, yargıcın ileri sürdüğü noktaya, kütüphanesinde var olan hiçbir hukuk  kitabında rastlamadığını söylemişti. Yargıç Robinson, alaylı bir şekilde: - Olabilir efendim, fakat sizin kütüphaneniz herhalde pek züğürt bir kütüphane olsa gerek! deyince,  Curran şu karşılığı vermiştir: - Çok doğru söylüyorsunuz yargıç bey! Ben gerçekten fakir bir adamım.  Bu fakirlik, şüphesiz benim kütüphaneme de yansımış bulunuyor. Kitaplarımın sayısı bu yüzden belki azdır. Ama hepsi de seçmedir, saçma değil.

AÇ GÖZLÜLÜK
Cezayirde bir köylü ağaca kabak bağlamış. Ve bunun içine de pirinç doldurmuş. Kabaktaki delik, ancak bir maymunun elinin gireceği genişlikteymiş. Maymun gece gelip elini delikten içeri sokar, pirinci avuçlarmış. Ama avucu pirinçle şişmiş olduğundan elini bir türlü kabağın içinden çıkaramazmış. Avucunu boşaltıp elini çekmeyi de bir türlü akıl edemezmiş. Sabaha kadar bu halde kalır, köylü gelince de ona aptal aptal bakar ve sonuçta yakayı ele verirmiş. Fakat bu esnada pirinci avucunun içinde hala sıkmaya devam eder dururmuş. Bu küçük hikayeden alınacak ders, hayatın pek çok safhasında uygulanabilir
 
İMKÂNSIZ KELİMESİNİ LÜGATLARDAN SİLMELİ 
Bir şeyi yapmayı aklına koyan insan, verdiği bu kararla engelleri aşarak hedefine ulaşır. Fransız Devlet adamı Richelieu de, Napoleon gibi, "imkânsız" kelimesinin literatürden çıkarılmasını, lügatlerden silinmesini isterdi. Onun, en çok nefret ettiği kelimeler şunlardı: - Bilmiyorum.. Yapamam.. Mümkün değil... Israrla şunu söylerdi: - Öğrenin! Yapın! Tecrübe edin!
NEDEN ÖLMÜŞ? Çalışma, fertlerde ilerleme ve milletlerde medeniyet dediğimiz anlayışın temelini oluşturur. Marguis de Spinola, kardeşinin neden öldüğünü sorduğu Sir Horace Vere'den şu cevabı almıştır: - Yapacak bir iş bulamadığı için öldü efendim!
 
SANATTA BAŞARININ SIRRI Sanatta başarı, diğer ilimlerde olduğu gibi, ancak büyük bir gayret ve çalışkanlıkla sağlanabilir. Mükemmel bir eserin ortaya çıkışında rastlantıya yer yoktur.  Sanatçının ustaca fırça vuruşu veya kalem kullanışı yıllarca süren bir çabanın ürünüdür. Sir Tashua Reynold, Barry'ye yazdığı bir mektupta şöyle der: - Sanatın bütün kollarında her kim mükemmel bir iş yapmak isterse, yataktan kalktığı andan yatağa yatıncaya kadar geçen süre içinde, zihnini o bir tek nokta üzerinde toplamalıdır.

İNSANIN KENDİ KENDİNE KOYDUĞU VERGİLER 
Lord John Russel'i ziyaret eden bir heyet, hükümetin işçi sınıfına koyduğu vergilerden şikayet etmişlerdi. Lord Russel, onlara şu cevabı vermişti:
- Şuna inanınız ki, bu ülkenin hükümeti, işçi sınıfını, onların yalnız alkollü içkilere harcadıkları paralarla kendi  kendilerine ödedikleri vergi kadar ağır bir vergiye tabi tutmamıştır. İşçilerin gerçek kurtuluşunu sağlayacak tek erdem; kazancını hesaplı harcamak ve hatta geriye para bile artırmaktır.

ZAMANI İYİ KULLANMALI!
Amerika Cumhurbaşkanı Washington'un sekreteri, saatinin yanlış olduğu için biraz geç kaldığını söyleyerek özür dilediği zaman, Washington soğukkanlılıkla: - Şu halde, ya sen kendine yeni bir saat almalısın. Veya ben kendime yeni bir sekreter! demişti. Lord Shesterfield, Eski Newcastle Dukası hakkında şu sözleri söylemiştir: - Lord Hz.'leri, sabahları bir saat kaybederler ve gün boyunca da onu bulmak için ararlar.

SAHTEKÂRLIKLA GELEN BAŞARI BİR ALDATMACADIR
Kendisine değeri bir peni bile etmeyen bir bıçağı, iki peni'ye satan balıkçı için Latimer, şöyle demiştir: - Sahtekâr, beni değil, kendi vicdanını aldatmış oldu. Dolandırarak ve sahtekârlıkla kazanılan para, insanların bir süre için gözlerini kamaştırabilir,  fakat bu gibi sahtekârların üfleyecekleri balonlar, patlayıp havada sönmeye mahkûmdurlar.  

MUHATABINIZIN İLGİSİNİ ÇEKEN KONULARI ÖĞRENİN 
Başkan Thedore Roosevelt, kimle görüşürse görüşsün ona ne söyleyeceğini bilirdi.  Muhatabının yaptığı işten bahseder, başarılarını takdir ederdi. Roosevelt bunu nasıl mı başarırdı? Gayet kolay. Görüşeceği kişiyle konuşmadan önce, onun hangi konuyla ilgilendiğini öğrenir,  kendini o konu hakkında okuyup araştırarak bilgilendirirdi. Çünkü Roosevelt de, her lider gibi bilirdi ki, insanlar, en çok ilgilendikleri konu hakkında konuşmayı severler,  insanların kalbine girmenin en kestirme yolu, onların ilgilendikleri konular üzerinde konuşmaktır.

BİR CENTİLMENLİK ÖRNEĞİ
Yale Üniversitesi Profesörü William Lyon Pheps diyor ki: - 8 yaşında iken, bir gün teyzemi ziyarete gitmiştim. Onun evinde orta yaşlı biriyle karşılaştım. O sıralarda benim en çok ilgilendiğim konu gemi ve gemicilikti. Teyzemin misafiri ile bu konu üzerine uzun uzun sohbetler ettik. Onu sevmiştim. Misafir gittikten sonra, teyzeme ondan bahsettim ve gemiciliğe ilgisini takdir ettim.  Teyzem, onun New York'ta avukatlık yaptığını, gemicilikle hiç ilgisi olmadığını söyleyince, hayretle sordum: - O halde niçin bana hep gemilerden bahsetti? - Çünkü o bir centilmendi. Senin gemilere karşı ilgini anladığı için, seni ilgilendiren ve sevindiren olaylar üzerine konuştu. Ve bu şekildekendini sana sevdirdi.
 
 
OLTANIN UCUNA BALIĞIN HOŞLANACAĞI YEMİ KOYUNUZ Her yaz mevsiminde Maine'de balık tutmaya giderim. Kremalı çilek yemekten büyük zevk alırım.  Balıklarsa kurt ve solucanları tercih ederler. Onun için balığa çıktığımda, onların ne istediğini bilirim. Ve oltanın ucuna kremalı çilek koymam.  Onun yerine kurt ve solucan koyarım. Sonra oltamı denize atıp balıklara: - Bundan hoşlanır mısınız? diye sorarım. İnsanları etkilemek, dostluklarını kazanmak için de neden bu yolu denemeyelim? Nitekim Lyod George'nin başarısının sırrı, bu gerçeğin farkına varmasıydı. Wilson, Orlando, Clemenceau gibi ünlüler, savaştan sonra hemen unutulmalarına rağmen,  Lyod George'nin iktidarda kalabilmesi,oltanın ucuna balığın hoşuna gidecek yemi koymasını bilmesinden ileri geliyordu. (Dale Carnegie)

BUZAĞIYI AHIRA NASIL KOYDU?
Emerson ile oğlu, buzağılarını ahıra koymak istemişlerdi. Emerson buzağıyı çekiyor, oğlu da itiyordu. Buzağı ise, çayırı bırakıp gitmek istemediği için, direniyordu.  Evin hizmetçisi durumun farkına varmıştı.  Gerçi o, Emerson gibi kitaplar ve makaleler yazmıyordu, ama hayvancılığı ondan iyi biliyordu.  Önce buzağıya şefkatle yaklaştı. Başını okşadı.  Sonra parmağını bir meme gibi hayvanın ağzına verip emzirerek yavaş yavaş ahıra götürdü. Muhatabınızı istediğiniz bir noktaya getirmek için, kendi isteklerinizi ona dikte etmeye kalkışmayın.  Onun ne istediğini anlayıp, bu isteğe uygun bir davranış sergileyin.

NEFİS MUHASEBESİ Tanınmış bir işadamı, hayatta kazandığı başarısının püf noktasını şu şekilde anlatmıştır: - Yıllardır her verdiğim sözü bir deftere yazıyordum.  Cumartesi akşamları bir köşeye çekilip kendimi muhasebeye çekerdim.  Yaptıklarımı gözden geçirir, kendi kendime sorardım:
- Bu hafta içindeki başarılarım, hatalarım nelerdir? Tecrübelerimden aldığım dersler nelerdir? Bu haftalık nefis muhasebeleri, bana önce hatalarımın ne kadar çok olduğunu gösteriyordu. Ama yıllar geçtikçe hatalarım azaldı. Özeleştiri yapmaya yıllarca devam ettim ve bu sayede çok olumlu şeyler kazandım.

KENDİ KENDİNİ NEŞELENDİRMENİN YOLU
İçinizden gülümseme, neşelenmek gelmiyor mu? O halde yapılacak tek şey var:  Kendinizi gülümsemek için zorlayın.  Kendinizi mutlu hissedin. Profesör William James, bu formülü şu şekilde açıklamaktadır: - Hareketlerin duyguları takip ettiği görülür. Fakat gerçekte hareket ve duygular birlikte oluşur.  İrademizin denetimi altında bulunan hareketlerimiz sonucunda irademizin denetimi altında bulunmayan duygularımız ortaya çıkar. Bundan dolayı, neşemizin kaybolduğu zaman, neşeli imiş gibi davranmak, her şeyi halledecektir.

BAŞARMA İSTEĞİ VE ÜSTÜN GELME DUYGUSU
Üstün gelme duygusu, insanların gayretlerini kamçılar. Bu böyle olmasaydı, Theodore Roosevelt, Cumhurbaşkanı olamazdı. Roosevelt, Cuba'dan gelmiş ve New York Valiliğine aday olmuştu. Karşı grup, onun New York'ta oturmadığını anlayınca aleyhinde çalışmaya başlamışlardı. Roosevelt'in, önce cesareti kırılmış, adaylıktan çekilmek istemişti. Ama Thomas Collier Platt, ona dönerek: - Sen Juan Hill kahramanısın, hiç korku sana yakışır mı? demişti.  Bu söz, Roosvelt'i kamçılamış, rakiplerine karşı meydan okumasına yol açmıştı. Neticede bu karşı koyma, Roosvelt'in, Amerikan halkı üzerinde derin iz bırakanlar listesinde yer almasına sebep olmuştur.

MUHATABINIZI ELEŞTİRMEYİN, ONLARI ANLAYIN
İç savaş sırasında Abraham Lincoln ordunun başına generaller atıyordu.  Ama bunların çoğunun hata yaptıklarını gördüğünde de hayal kırıklığı yaşıyordu.  Buna rağmen herkes generalleri eleştirirken, Lincoln soğukkanlılığını muhafaza ediyordu. Generalleri kıyasıya eleştirenlere şu karşılığı veriyordu: - Onları eleştirmeyiniz. Aynı şartlar içinde bulunsaydık, bizler de onlar gibi hareket edebilirdik... İnsanları eleştirmek kolaydır.  Başarılı kişiler insanları duygusal eleştiri bombardımanı yerine, niçin öyle hareket ettiklerini anlamaya çalışırlar.  Böylece eleştirilerin yol açtığı onur kırıcı, gönül yaralayıcı durumlara meydan vermezler.

TOPLUMA KENDİNİ KABUL ETTİRMENİN YOLU
Benjamin Franklin'e gençliğinde, arkadaşlarından birisi onu bir kenara çekerek şöyle demişti: - Franklin! Senin yürüdüğün yolda yürümeye imkân yok. Senin gibi düşünmeyenlerin üzerine hemen atlıyorsun.  Herkes senden çekiniyor, seninle arkadaşlık yapmak istemiyor. Franklin, yaptıklarının kendisini toplumdan uzaklaştıracağını, dost ve arkadaşlarından koparacağını anlayınca,  hemen kendini değiştirme yoluna gitti. Başkalarının düşüncelerine tahammül etmeye başladı ve onların düşüncelerini  beyan etmelerine kendini alıştırdı.  "Şüphe yok ki, muhakkak ki" gibi iddiacı kelimeler yerine, zannederim", "aklımda kaldığı kadarıyla gibi"  kelimeleri kullanmayı tercih etti. Böylece toplumda sevilen, sayılan bir mevki kazandı.

SOKRATIN İKNA METODU
Sokrat, karşısındakilere ancak olumlu cevap verebilecekleri sorular sorar ve bir sürü evetten oluşan  cevaplarla muhatabına kendi fikrini kabul ettirirdi. O, hiçbir zaman, muhatabının hayır demesine yol açacak bir üslup kullanmazdı.  İnsanlara yanıldıklarını doğrudan doğruya söylemekten kaçınırdı. Muhatabın evet diyeceği bir diyalektik içinde, onun yanıldığını ortaya koyar ve muhatabına da kabul ettirirdi.

BAŞARILI BİR ELEŞTİRİ NASIL YAPILABİLİR? 
Calvin Coolidge, Cumhurbaşkanlığı sırasında, bir gün sekreterine şu sözleri söylemişti: - Bugün ne güzel giyinmişsiniz. Siz gerçekten güzel bir bayansınız. Bayan sekreter bu iltifat karşısında şaşırmış ve memnun da olmuştu.  Ama Coolidge, sözlerini şu şekilde tamamlamıştı: - Ama sizden bir ricam var. Bundan sonra yazılarınızda noktalama işaretlerine biraz daha dikkat etmenizi istiyorum. Coolidge'nin izlediği yol, son derece iyi bir metoddu.  Çünkü insanlar iltifat edildikten sonra, kusurunun söylenmesine dayanabilir.  Berber de insanı traş etmeden evvel sakalı sabunlamıyor mu?

İÇERİDE SİGARA İÇİLMESİNE NASIL ENGEL OLDU?
Charles Schwab, çelik fabrikalarının birisinde dolaşıyorken, işçilerden bazılarını sigara içerken görmüştü. Halbuki işçilerin başları üzerindeki duvarda "sigara içmek yasaktır" levhası asılı idi. Charles Schwab, onlara bakarak: - Okuma bilmiyor musunuz? diye sormadı. Aksine, işçilerine yaklaşıp kendi purolarından bir tane hediye etti. - İşinizi bitirdikten sonra, bunu dışarıda içerseniz sevinirim, diyerek, içeride sigara içilmemesi gerektiğini nazikçe ifade etti.
Bu yüzden o, işçileri tarafından çok sevilen bir patrondu.
 
ÇİÇEK AŞISI NASIL BULUNDU?
Edward Jenner, dükkanda çalışırken, oraya gelen bir köylü kızının: - Ben çiçek hastalığına tutulmam. Çünkü ineklerden çiçek hastalığı kapmıştım, dediğini duymuştu. Bu konuşma Jenner'in dikkatini çekti ve bu konu üzerinde çalışmaya başladı.  Düşüncelerini meslektaşlarına söylediğinde onunla alay ettiler.  O, bunlara aldırmadan fikirlerini, büyük anatomisi John Hunter'e açtı. Ondan şu ilginç cevabı aldı: - Düşündüğünü tecrübe et. Sabırlı ol, titiz davran. Bu tavsiyeden aldığı cesaretle Jenner, taşraya döndü.  Çalışmalarına hız verdi, neticede çiçek aşısını bularak tıpta büyük bir ilerleme kaydetti.

İNSAN ENERJİSİNİ HAYRA KULLANMALI
Napolyon'un en çok sevdiği vecizelerden biri şu cümle idi:  - En hakiki mürşit, kesin bir karardır. Onun hayatı, kuvvetli ve sarsılmak bilmez iradenin neler yapabileceğini göstermiştir, ondaki heyecan başkalarına da geçer ve onlara adeta yeni bir enerji aşılardı. Fakat bütün bu meziyetine rağmen O, başarılı olamadı. Müthiş bencilliği hem kendisini, hem de Fransa'yı mahvetti ve ülkeyi kaos içinde bıraktı.

TERZİLİKTEN CUMHURBAŞKANLIĞINA

Amerika'nın Cumhurbaşkanlarından biri olan Andrew Johnson, hayata terzi olarak başlamıştı. Bir zamanlar terzi olduğu alaylı bir şekilde bahsedildiğinde, kendisi şu karşılığı vermişti: - Aranızda bir centilmen (!) benim bir zamanlar terzi olduğumu söyledi. Bu beni üzmez.  Çünkü terzilik yaparken, benim iyi bir terzi olarak şöhretim vardı. Diktiğim elbisede kusur bulunmazdı.  Müşterilerimin belirlenen günde elbiselerini diker, verir ve daima temiz iş yapardım. Asıl olan, insanın mesleğinin hakkını vererek temiz ve dürüst iş yapmasıdır.

BAŞARACAĞINA İNANCINLA HİÇ YİTİRMEDİ
E. Buhver Lytoon, roman, şiir, dram, hatiplik ve politika alanlarında başarı göstermiştir.  O bu başarıya adım adım ulaşmıştır. İlk eseri "ayrık otu ve yaban çiçekleri" adlı şiirdir. İlk eserinde başarısız olmuştu.  İkinci eseri "Falkland" adlı bir romandı. Bu da başarısızlığa uğradı.  Sinirleri zayıf bir kişi bu başarısızlıklar karşısında yazmayı bırakırdı.  Ama Buhver, yılmadı, başarılı olacağından emin bir şekilde çalışmalarını sürdürdü. Durmadan çalıştı, çok okudu. Neticede başarısızlıktan başarıya geçmeyi başardı.  Azim ve sabırla çalışmalarının karşılığını buldu.

BAŞARI AYRINTILARDA GİZLİ
Hayatta büyük başarıların elde edilmesinde tesadüfün ve şansın çok az payı vardır. Bazen atılganlık, istenen sonucu alabilirse de, en güvenli basarı yolu; çalışma ve sabır yoludur. Başarılı insanlar, ayrıntılardan nefret edenler değil, o ayrıntılar üzerinde dikkatle çalışanlardır. Ünlü ressam Nicholas Paussin, başarısının sırrını şöyle açıklar: - Yaptığın her işi, en iyi şekilde yapmaya gayret et! Bir arkadaşı, ona, İtalyan ressamları arasındaki büyük şöhreti nasıl yakaladığını sorduğunda Paussin şu cevabı vermiştir: - Çünkü, ben yapılması gereken hiçbir şeyi ihmal etmedim.

DİKKAT İLHAM VERİR
İnsanlar arasındaki en önemli farklardan birisi, dikkattir. Gözleri önünde asılı duran bir ağırlığın, ölçülü bir hareketle gidip geldiğini Galileo'dan önce, birçok insan gördü.  Ama bu gerçeğin önemini ilk anlayan Galileo olmuştur. Sir Samuel Brown, yaşadığı Tweed Irmağı civarında ucuza bir köprü kurmak amacıyla araştırmalara başladı. Bahçede gezinirken gördüğü örümcek ağı ona, demir ipler ve zincirlerle bir asma köprü kurma fikrini verdi. Sonuç, onun icadı olan, asma köprüdür.

İNSANLARI MOTİVE ETMESİNİ BİLİN
Bayan Ernest Gent, bir hizmetçi kız tutmuştu.  Neli adlı hizmetçi kızın temizliğe iyi dikkat etmediğini görünce ona şöyle dedi: - Neli! Senin önceden çalıştığın yerle konuştum.  Senin namuslu, dürüst biri olduğunu, iyi yemek pişirdiğini, çocuklara iyi baktığını anlattı.  Ama temizliğe pek önem vermediğini ilave etti. Ben, bu son ifadeye ihtimal vermiyorum.  Çünkü sen, üzerine temiz elbiseler giyen birisin ve bütün evi de bu şekilde temiz tutacağına ve seninle iyi anlaşacağımıza inanıyorum. Bayan Gent'in bu sözleri tesirini gösterdi. Neli, Bayan Gent'in güvenini sarsmamak için çok iyi çalışıyor ve evin temizliğine de son derece dikkat ediyordu.

TAKDİRİN İNSAN HAYATINA TESİRİ
Yıllar önce Londra'da yaşayan bir genç, yazar olmayı istemişti. Ama her şey aleyhineydi.  Okula ancak 4 yıl gidebilmişti. Farelerle dolu bir ortamda boya şişelerine etiket yapıştırarak para kazanıyordu.
İlk yazısını gecenin karanlığında kimsenin onu göremeyeceğine inandığı bir zamanda posta kutusuna bırakmıştı. İlk önceleri yazdığı her hikaye reddediliyordu. Nihayet bir gün bir eseri kabul edildi.  Gerçi kendisine para verilmemişti, ama bir yayıncı onun bir hikayesini yayınlamayı kabul etmişti.  Bu gelişme, genç adamı son derece mutlu etmiş, aynı zamanda tüm hayatının değişmesine yol açmıştı. Bu gencin ismini hepiniz duymuşsunuzdur. O ünlü romancı, Charles Dickens'ti.

FAKİRLİK KENDİNİ YETİŞTİRMEYE ENGEL DEĞİL
İnsanların başarılarında, fakirlik hiçbir zaman ciddi bir engel oluşturmamıştır.  Ünlü dil bilgini, Alexander Murray, ilk defa yazıyı eski bir köy arabasının üstüne, ucu yanmış bir değnekle harfleri çizerek öğrenmiştir. Fakir bir çoban olan babasının bir penilik dua kitabından başka hiçbir kitaba da sahip değildi.  O kitabı da herkes tarafından kullanılıp eskimesin diye, yalnız pazar günleri ortaya çıkarır,  onun dışında dolap içinde saklardı. Profesör Moor, gençliğinde satın alacak parası olmadığı için bir arkadaşından ödünç aldığı Newton'un "Principia" sının baştan sona kadar kendi eliyle kopyasını çıkarmıştı.

FARKLI BAKIŞ
Diyojen lahanalarını yıkarken, yanından geçen Aristippos'a: "Lahana ile yaşamasını bilseydin, bir zalime dalkavukluk etmezdin" demiş,  O da ona: "İnsanlar arasında yaşamayı bilseydin, böyle lahana yıkamazdın", diye cevap vermiş.  Bakın akıl ayrı ayrı görüşleri insana nasıl kabul ettiriyor.  - İki kulplu bir çömlek, ister sağından tut, ister solundan. Solon'a oğlunun ölümünde, güçsüz ve yararsız gözyaşları dökmenin doğru olmadığım söylemişler.  "Güçsüz ve yararsız oldukları için dökülmeleri daha iyi ya!" demiş. Sokrates'in karısı: "Ah! bu insafsız yargıçlar! seni haksız yere öldürüyorlar" diye ağlayıp sızlarken,  Sokrates:  "Ya haklı olarak öldürseler daha mı iyi olurdu" demiş. (Montaigne)

BUDALA KİM?
Kasabanın bir budalası vardı. Onunla herkes ilgilenirdi. Bu adamın özelliği, önüne bir yüz binlik, bir elli binlik, bir on binlik konulduğu zaman,  yüz binliği bırakıp on binliği almasıydı. Bir gün, kasabanın budalasını tek başına görünce: - Niye yüz bini bırakıp da on binliği alıyorsun? diye sormuşlar. Etrafına bakınmış, kimse olmadığını anlayınca: - Çok basit demiş. Yüz bini alsam ondan sonra aynı tecrübeyi tekrarlamazlar ki...

İLERİ GİTMEYE MECBURUZ
Tarık bin Ziyad Endülüs'e çıkınca askerlerine şöyle hitap etmişti: "Gaziler! Biz öyle bir mevkideyiz ki, önümüz düşman, arkamız denizdir. İleri gitmekten çekinmeyiniz.  Çünkü ileride başarı ve ganimet ihtimali var. Fakat geri dönmekten korkunuz. Zira geride denize dökülmekten, kumda boğulmaktan başka sonuç yok.  Yokluğa dalma ve nimetlere boğulma sizin elinizdedir. Gayretli ve yiğit olun.  Dini vazifenizi gözeterek, barışta da, savaşta da ona bağlı kalın. Hücum ederseniz, yenersiniz. Kaçarsanız, yenilirsiniz. Ölümden korkanlar kaçmasın, zira kaçarsa öleceğine şüphe yoktur."

VERİMLİLİĞİNİ FAKİRLİĞİNE BORÇLU YAZAR
Peyami Safa'nın kalemi, dostlarından birinin ifadesiyle "kazanç tarlasında bir saban gibi işlemeye" mecburdu,  aksi takdirde aç kalırdı. 1940 yılında Cahit Sıtkı'ya söylediği şu cümle onun bir yazar olarak yaşadığı dramı  çok iyi anlatmaktadır: "On dokuz senelik yazı hayatımda, bu cemiyet bana bir hafta istirahat hakkı vermemiştir."  Ancak bundan fazla şikayetçi olduğu söylenemez; çünkü azmini ve başarılı olma hırsını biraz da hastalıklarına ve  fakirliğe borçlu olduğunu düşünüyordu. Peyami'ye göre, "İnsana fakirliğin ve hastalığın öğrettiklerini hiçbir okul ve kitap veremez."

DİKKAT!..
Napolyon Paris'ten geçerken güçlükle halkı yarmaya çalışan bir adam, kalabalıkla mücadele ede ede caddenin kenarına gelir. Fakat caddeyi kordona almış asker, kendisini geçirmez. İmparatorun huzuruna çıkmak için çırpınan adam, Napolyon'un gözüne ilişince: - Bırakın gelsin!., diye emir verdikten sonra, şeref kıtasına: - Dikkat, hazır ol!.. Fransa geliyor, diye selâm durdurur. Bu adam, Napolyon'un öğretmenidir.

KENDİNİ NASIL DİNLETTİ?
Süheyl Ünver, "ebru" konulu bir konferans vermektedir. Kapalı bir salon ağzına kadar dolu.  Herkesin ilgisini çekmeyecek bir konuda konuşmak elbette zordur. Prof. S. Ünver, konuşmasının başında şöyle der: - Muhterem dinleyiciler, beni dikkatle izleyin. Konuşmamın bir yerlerinde, birisine küfredeceğim.  Hoca, iki saatlik konuşmasını tamamlar. Tık çıkarmadan, program dinlenmiştir. Dinleyicilerden birisi, Hoca'ya yaklaşıp:
- Hocam, küfrü unuttunuz!., deyince: Süheyl Hoca: - Teessüf ederim!.. Bana nasıl oluyor da küfrü yakıştırıyorsunuz? der.

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam45
Toplam Ziyaret1143903
KÖŞE YAZARLARI